''Kolay
yaşamak istiyor musun? Sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut! Kişiyi
değil de sürüyü bir amaç haline getirmek, insanoğlunun en büyük hatasıdır. Sürü
bir araçtır, başka bir şey değil. Oysa şimdilerde sürü tek bir kişiymiş gibi
sunularak ona insandan daha yüksek değer vermek isteniyor.
Kişiyi yaşamdan
silen bu hata yetmiyormuş gibi, bir de bizi sürü haline sokan toplumsal
mekanizmalara sempati duymamız ve sözüm ona sempatiyi en değerli kutsal bir şeymiş
gibi değerlendirmemiz bekleniyor. İşte insanı aşağılayan ve kötürümleştiren
köle ahlakı budur.'' Friedrich Nietzsche
Bazı insanlar vardır. Nerede yalnız bir insan görseler, ''Yalnızlık onların kaderidir neredeyse... ne etseler bu yalnızlıktan kurtulamazlar'' düşüncesi içinde kalabalıkların kölesidirler.
Hepimiz
için geçerli olan hayatın tüm tanımları ''sürü olmak''
üzerine öğretilmişlikler içinde, kimse umursamaz da hiç olmanın
yalnızlığını...
Ya
da kendini sorgulamayı!...
Bir
denizyıldızına ya da basit bir ısırganotuna, kendine özel ve bütünsel bir
yalnızlık yakıştırmadan da edemeyiz. Çoğu kez özenmiş-izdir de
doğadaki tüm canlıların yalnızlığına!
Oysa ki yalnızlık, insan ruhunun pamuklu ipek şalı değil miydi...
Nietzche,
''Yalnızlığa çekilmek ister misin ?
Kendine
giden yolu aramak ister misin ?
Biraz dur ve beni dinle.''der
Biraz dur ve beni dinle.''der
Kalabalıklar
içindeki yaşamımız suyosunlarının taşa tutunması ya da bilinçli bir taşın
uçurumdan tepetaklak düşmesi gibi değil miydi!
Yine
de insanın bütünsel, bireysel kendi amacı gelişmek olsa da; nerede
merkezlenecek kendimizle olan tanışıklığımız! Kalabalıkların eğirdiği örümcek
ağlarında mı?
Bizi
bu kadar sarmış, zıtlık içindeki uyumluluk süreci karşısında da ayrılış süreci
olmaksızın, sürü-gidebilir miyiz?
'Nietzche, 'Arayan
kolaylıkla kaybolur.
Her
türlü yalnızlaşma suçtur.'' -böyle konuşur sürü.
Sürünün sesi senin içinde de çınlayacak hala.
Ve, ''Artık sizinle aynı vicdanı paylaşmıyorum.'' desen bile, bir yakınma ve bir sancı olacak bu.''der
Sürünün sesi senin içinde de çınlayacak hala.
Ve, ''Artık sizinle aynı vicdanı paylaşmıyorum.'' desen bile, bir yakınma ve bir sancı olacak bu.''der
Tuhaf
bir ayrılık yalnızlığı için, inler iç benlikteki seslerimiz, büyük bir gürültü
koparır, karşı çıkar. ''Ben ben'' diye ama küçük bir çocuğu
azarlarcasına susturur da sonra dönüp kandırmacamızın içine tekrar
gireriz.
Kendimizi
çevreleyen büyük evrenden koparmaması açısından körükörüne, hemen hemen
makinemsi bir çabayla yöneliriz, bizi varlık kabul eden kalabalıklara. Karşılık
bulabilen bütün taleplerimize de... Kalabalıklar tepki merkezlerinde, o
delirtici, bazen de katlanılmaz bir ses sürtüşmesiyle titreşir dururlar.
Kendimizi bulma yalnızlığına izin vermezler.
Nietzche, ''Kendi
iyini ve kötünü, sen verebilir misin kendine?
Ve
kendi istemini bir yasa gibi asabilir misin üstüne?
Kendi yasanın yargıcı ve infazcısı olabilir misin?'' der
Kendi yasanın yargıcı ve infazcısı olabilir misin?'' der
Bir
kez kalabalığa alışmışsa eğer bünyemiz, büyük bir öfkeyle haykırdığında da güç
kazanır; o minik benliğimiz içinde, kıskançlık ile dostluk, aşağılık kompleksi
ile gurur arasında, korkunç gerilimler başlar:
Birincisinde
kalabalıkların gücü, ikincisinde ise yalnızlığın ayak sesleri duyulur.
Ama
gücün o aşağlayıcı özelliği, zekanın şaşırtıcı yüzeyselliği ve kanaatkarlığı
''sürü olmak'' her türlü kalabalıkla yetinip, suyosunu tutmuş taşların
sertliğinde kendi iç yalnızlığımızı hazmederiz de...Belki de, kim bilir! Hiçbir
şey, hep galip gelen bir sürünün görüntüsü kadar da yoramaz..
Nietzche, ''Onların
üstüne çıkıyorsun; ama ne denli yükseğe çıkarsan,
o
denli küçük görünüyorsun kıskançlığın gözüne.
En
çok da uçandan nefret edilir.''der
Boyun
eğişleri izler bu kez benlikleri, daralmış bir çemberde tüm gelecek sona ermiş
gibi görünür, her şey kalabalıklar içindeki ölümsüzlük durumuna göre
düzenlemeye başlarız. Bunlara yıkıntıların melankolisi demeyi tercih ederim.
Çünkü ''varlık olmak'' kendini tanımaktan değil, yıkıntıların melankolisi
içinde kalabalıklar arasında kabul edilmekten geçer.
Başkalarının
kayıtsızlığı, çaresizlik sınırına varan bitkinliğine karşı örümcek ağlarını örenlerin... ölümcül bilinçlerine karşı başka avuntu yolu aramaktan
kalabalıklar içinde kaybolur. Her yalnızlıkta haykıran cüceleşmiş ruhlarımız;
kendine hiçlik benliği bulamayan yaralarımızla devam ederiz, inadına...
Hani
kaybolduğunuzda bir kapı ararsınız, bulduğunuz kapının kulpu olmaz ya. Hani
neşelendiğinizde paylaşacak birisini ararsınız, bulduğunuzda sizi anlamaz ya.
Hani ağladığınızda bir omuz ararsınız, bulduğunuzda başka omuzlarca bilinir ya...
Ağlamakların birikip, duyguların pekişip, güçlü kalmak savaşının ardında kuş
yürekli biri olursunuz ya... İnanmak ister ya insan bir şeylere... İşte
yalnızlık öyle çok güçlü kılar insanları.
''Kendilerini
tek başına kalmış bulmaktan korkan insanlar, kendilerini hiç bulamazlar.''der
Andre Gide
Alıntılar: Böyle Buyurdu Zerdüşt/ Yaratanın Yolları Üzerine
Özgür
Bacaksız, Bilgelikle Yaşama Sanatı
Görsel: Gazeteci N.G / İstanbul Yalnızlar Şehri