Franz Kafka, '' Ruh, bir dayanak olmaktan çıkınca özgürleşir ancak. Dönüp dolaşıp kendini zarara uğratacak şeyleri kim ister? Bunu isteyen insanlara rastlanıyorsa, hatta her insanda durum biraz gözüküyorsa, bunun nedeni, insanın iki kişiden birinin kendisi için yararlı olanı isterken, eyleme geçmek için yarı düşüncesine başvurulan ötekine zarar vermesidir. Karara varırken değil, henüz en başta ikincinin yarı-düşüncesine değer verilirse, karar konusu olacak istekte silinip gidecek.''der.
İşte, insanların gerçekliğinin korkusu bu olmalı ki; Çürük bir elma kokusu yayıldı o an gökyüzünden... Rengi yok, tadı yok! Sadece çürük bir koku yayıldı yeryüzüne...
Hiçbir şey
yaşamın kanıtı da değildi, çünkü milyonlarca isimsiz insan vardır. Son nefesini veren
için yerine hayatı soluyacak isimsizler de sıradadır. Sıralamada kaçıncı
olduğunu biliyor mu, insan?
Hayır! Onu da bilmiyor.
Dostoyevski:
"Her şeyin farkında olmak tam bir hastalık" der. Zira dünya, toplum
yahut tek tek bireyler ve bunların getirdiği sonsuz karmaşa. Sayısız
hırs,acımasız rekabet;meta düşkünlüğü.. Bütün bunların getirdiği, şekillendirdiği,
adeta silip yeniden var ettiği korkunç bir dünya...
Bu
dünyanın tam ortasında kalakalmak... Ve bu muazzam kargaşaya cılız kelimelerle
itiraz etmek! İsimsiz insan olmayı kabul etmemek yaşamdır. Franz Kafka,
''Kendini insanlığa bırak sına. Şüphe edenin şüphesini, inananın inancı
besler.'' der aforizmaların da.
Evet,
anlamadığını, anladığında büyür insanlar. İnsanlığın sömürgecilik mirasının
geniş boyutlarda ölüme ve yıkıma yol açması gibi, ötekini yok ettiğini
unutulabilir mi...Muhafazakarlar, liberaller ve şirket kültürü taraftarları
tarafından sürekli demokratik bir toplumsallık, bireysel haklar ve sosyal
açılımlar sağlamak ve meşrulaştırmak adına kaygılarını üzerimize yıkarlar. Bir
yerde de, öfkelerin zeminini yaratan en çiğ alanları ortadan kaldırmaya kalkışan sistem
içindekiler de ''ahmaklar'' olarak tasvir edilirler. En çarpıcı ve açık bir şekilde sistemin karşıtlığına Dostoyevski şöyle cevap verir:
''Nasıl
yaşadığıma gelince, sizin kendi yaşamınızda yarıda bıraktığınız şeyleri ben
sonuna kadar götürdüm. Üstelik siz ödlekliğinizi ölçülü davranış sayarak kendi
kendinizi aldatıp avunuyorsunuz. Bu duruma göre, ben sizden daha canlı bir
insan olmuyor muyum?''der.
Çünkü bireysellik
asla insanlara kafi gelmez. Varoluşmakta olan karakterler ve insanların çarpıp
durduğu, aslında orada olmayan farkındasızlıklar örter ruhları...
Oysa kalabalıklar içinde içinde yaşamak ruhu boğar. Çünkü insanları
en çok suçtan arınmışlık tedirgin eder. Vicdanları susmuştur, kendileriyle baş başa kalmakta ürkütür, onları...Bedenleri soğuk bir kafes, ruhları ise sarmaşık ölümdür kalabalıklar içinde. Dolanır ruh dolanabildiği kadar
ama nafile. Ne kafesin içine girebilir, ne de dolanabilir yeryüzünde...