20 Kasım 2015 Cuma

Yalnızlık, pamuklu ipek şal değil miydi...

''Kolay yaşamak istiyor musun? Sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut! Kişiyi değil de sürüyü bir amaç haline getirmek, insanoğlunun en büyük hatasıdır. Sürü bir araçtır, başka bir şey değil. Oysa şimdilerde sürü tek bir kişiymiş gibi sunularak ona insandan daha yüksek değer vermek isteniyor. 
Kişiyi yaşamdan silen bu hata yetmiyormuş gibi, bir de bizi sürü haline sokan toplumsal mekanizmalara sempati duymamız ve sözüm ona sempatiyi en değerli kutsal bir şeymiş gibi değerlendirmemiz bekleniyor. İşte insanı aşağılayan ve kötürümleştiren köle ahlakı budur.''Friedrich Nietzsche

Bazı insanlar vardır. Nerede yalnız bir insan görseler, ''Yalnızlık onların kaderidir neredeyse... ne etseler bu yalnızlıktan kurtulamazlar'' düşüncesi içinde kalabalıkların kölesidirler.


Hepimiz için geçerli olan hayatın tüm tanımları ''sürü olmak'' üzerine öğretilmişlikler içinde, kimse umursamaz da hiç olmanın yalnızlığını...
Ya da kendini sorgulamayı!...
Bir denizyıldızına ya da basit bir ısırganotuna, kendine özel ve bütünsel bir yalnızlık yakıştırmadan da edemeyiz. Çoğu kez özenmiş-izdir de doğadaki tüm canlıların yalnızlığına!

Oysa ki yalnızlık, insan ruhunun pamuklu ipek şalı değil miydi...

Nietzche, ''Yalnızlığa çekilmek ister misin ?
Kendine giden yolu aramak ister misin ?
Biraz dur ve beni dinle.''der 

Kalabalıklar içindeki yaşamımız suyosunlarının taşa tutunması ya da  bilinçli bir taşın uçurumdan tepetaklak düşmesi gibi değil miydi!
Yine de insanın bütünsel, bireysel kendi amacı gelişmek olsa da; nerede merkezlenecek kendimizle olan tanışıklığımız! Kalabalıkların eğirdiği örümcek ağlarında mı?
                                                                                 
Bizi bu kadar sarmış, zıtlık içindeki uyumluluk süreci karşısında da ayrılış süreci olmaksızın, sürü-gidebilir miyiz?

'Nietzche, 'Arayan kolaylıkla kaybolur.
Her türlü yalnızlaşma suçtur.'' -böyle konuşur sürü.
Sürünün sesi senin içinde de çınlayacak hala.
Ve, ''Artık sizinle aynı vicdanı paylaşmıyorum.'' desen bile, bir yakınma ve bir sancı olacak bu.''der

Tuhaf bir ayrılık yalnızlığı için, inler iç benlikteki seslerimiz, büyük bir gürültü koparır, karşı çıkar. ''Ben ben'' diye ama küçük bir çocuğu azarlarcasına susturur da sonra dönüp kandırmacamızın içine tekrar gireriz.
Kendimizi çevreleyen büyük evrenden koparmaması açısından körükörüne, hemen hemen makinemsi bir çabayla yöneliriz, bizi varlık kabul eden kalabalıklara. Karşılık bulabilen bütün taleplerimize de... Kalabalıklar tepki merkezlerinde, o delirtici, bazen de katlanılmaz bir ses sürtüşmesiyle titreşir dururlar. Kendimizi bulma yalnızlığına izin vermezler.

Nietzche, ''Kendi iyini ve kötünü, sen verebilir misin kendine?
Ve kendi istemini bir yasa gibi asabilir misin üstüne?
Kendi yasanın yargıcı ve infazcısı olabilir misin?'' der

Bir kez kalabalığa alışmışsa eğer bünyemiz, büyük bir öfkeyle haykırdığında da güç kazanır; o minik benliğimiz içinde, kıskançlık ile dostluk, aşağılık kompleksi ile gurur arasında, korkunç gerilimler başlar:
Birincisinde kalabalıkların gücü, ikincisinde ise yalnızlığın ayak sesleri duyulur.
Ama gücün o aşağlayıcı özelliği, zekanın şaşırtıcı yüzeyselliği ve kanaatkarlığı ''sürü olmak'' her türlü kalabalıkla yetinip, suyosunu tutmuş taşların sertliğinde kendi iç yalnızlığımızı hazmederiz de...Belki de, kim bilir! Hiçbir şey, hep galip gelen bir sürünün görüntüsü kadar da yoramaz..

Nietzche, ''Onların üstüne çıkıyorsun; ama ne denli yükseğe çıkarsan,
o denli küçük görünüyorsun kıskançlığın gözüne.
En çok da uçandan nefret edilir.''der

Boyun eğişleri izler bu kez benlikleri, daralmış bir çemberde tüm gelecek sona ermiş gibi görünür, her şey kalabalıklar içindeki ölümsüzlük durumuna göre düzenlemeye başlarız. Bunlara yıkıntıların melankolisi demeyi tercih ederim. Çünkü ''varlık olmak'' kendini tanımaktan değil, yıkıntıların melankolisi içinde kalabalıklar arasında kabul edilmekten geçer.

Başkalarının kayıtsızlığı, çaresizlik sınırına varan bitkinliğine karşı örümcek ağlarını örenlerin... ölümcül bilinçlerine karşı başka avuntu yolu aramaktan kalabalıklar içinde kaybolur. Her yalnızlıkta haykıran cüceleşmiş ruhlarımız; kendine hiçlik benliği bulamayan yaralarımızla devam ederiz, inadına...

Hani kaybolduğunuzda bir kapı ararsınız, bulduğunuz kapının kulpu olmaz ya. Hani neşelendiğinizde paylaşacak birisini ararsınız, bulduğunuzda sizi anlamaz ya. Hani ağladığınızda bir omuz ararsınız, bulduğunuzda başka omuzlarca bilinir ya... Ağlamakların birikip, duyguların pekişip, güçlü kalmak savaşının ardında kuş yürekli biri olursunuz ya... İnanmak ister ya insan bir şeylere...  İşte yalnızlık öyle çok güçlü kılar insanları. 

''Kendilerini tek başına kalmış bulmaktan korkan insanlar, kendilerini hiç bulamazlar.''der Andre Gide

Alıntılar: Böyle Buyurdu Zerdüşt/ Yaratanın Yolları Üzerine 

Özgür Bacaksız, Bilgelikle Yaşama Sanatı


Görsel: Gazeteci N.G / İstanbul Yalnızlar Şehri

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...