Kapitalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kapitalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2024 Pazar

Marx ve Tüketim

Bu yazımda Karl Marx'ı masaya davet ederek kapitalist üretim ve tüketim düzenine odaklanalım mı?

 Marx'ın perspektifinden bakıldığında, kapitalizmin temel sorunu sadece emek sömürüsü değil, aynı zamanda insanların kendi potansiyellerini gerçekleştirmelerinin imkansızlığıdır. Kapitalist sistemde emeği satan işçi, ürettiği şeylerde kendini tanıyamaz hale gelir; bu da Marx'ın yabancılaşma olarak adlandırdığı insanlık onurunun kaybedilmesi sürecidir.

Kapitalizm sadece üretim araçlarının özel mülkiyetini ve üretim sürecinin nasıl organize edileceğini belirleme yeteneğini içermez, aynı zamanda işgücünün de bir meta olarak muamele görmesini sağlar. Artık bir ustamız yok, onu bulmak ve işverenleri tatmin etmek için kendimizi meta haline getirmemiz gerekiyor. Eğer insan ilişkilerini nesnelere genişletme yeteneğimiz olsaydı, kapitalizm piyasa mantığını tüm kültürel ilişkilere uygulardı; eğitimden din ve aşka, boş zaman aktivitelerine kadar her şey ticarileştirilirdi.

Bugün, "tüketim kültürü" denilen noktaya geldik. Her türlü insan ilişkisi, bir değişim objesi haline getirilebiliyor. Bu durum, kapitalizmin yaygınlaştığı ve her yönüyle hayatımıza nüfuz ettiği anlamına gelir. Ancak bir şeyi tam anlamıyla satmak için, alıcıların tam tatmini ve sahiplenme hazzı arayışında olmaları gerekir. Bu da, Hegel'in terminolojisiyle ifade edecek olursak, bir efendi tarafından gerçekleştirilir.

Marx'ın analizi, kapitalizmin insanların doğal ve insani ilişkilerini nasıl metalaştırdığını ve insanların yaşamlarını nasıl biçimlendirdiğini derinlemesine açıklar. Kapitalizm, insanın kendini ve ilişkilerini ticari bir değer biçisi içine sokarak, insanın insan üzerindeki egemenliğini kaybetmesine yol açar. Bu bakış açısıyla, günümüz tüketim odaklı kültürü ve kapitalist düzenin eleştirisi de Marx'ın çözümlemeleri ışığında daha net anlaşılır.

10 Nisan 2023 Pazartesi

YAŞAM: ACIYA İHTİYAÇ DUYMAKTI


Çağdaş kapitalizmin uzmanı Felix Guattari kapital sisteme karşı kapitalizmin “psideolojik” arzu devriyelerini sorgulamıştır.

Guattari’ye göre hepimiz her gün kriz yaşıyoruz. Bu kriz sadece maddi değil, belirli bir yaşamın ve biçiminin zorlantı halinde yaşamsal biçimlerin arz ekonomisiyle sunulması biçiminde aşınan acının boşluğu olarak tanımlanabilir.


Kapitalizm, bireye yaşamsal biçim olarak hep bir eksiklik yaşatma üzerine kuruludur.

Doğumla birlikte toplumsal yaşamda her şeyde denge sağlamaya çalışmak zorundalığı ile, biçimlen(diril)iyoruz.


Toplumsal yaşamın akışına devam edebilmesi için yeni yaşamsal delikler açmak yerine, yeni düşünceler inşa etmek ve kapitalizmin biçimlendirmesi için çaba harcamak yerine, sistem tarafından biçimlendirilmiş olan acıdan kaçınmanın yol hatlarına doğru yol almayı tercih edebiliyoruz.


‘Acı’ kelimesi hayatta tatmaya ya da elde etmeye çalıştığımız hazzın karşıtı olarak kaçındığımız hoş olmayan özel duyguların veya duyularımızın genel adıdır.


Acıyı algılamak ve yaşamak farklı mutsuz duyguları ifade etmek için kullanılırken, hemen onun karşıtı olarak hazzın kalesi “kapitalizm” terimi algımızda sömürü ve eşitsizliğin sosyal ilişkilerini gizleyen olarak acıyla yani ötekiyle değiştirilir.


Kapitalizmi yaşamı yok eden farksızlık şiddeti olarak düşündüğümüzde acının ihtiyacını ve kalıcılığını olumlamak gerektiğini kabul edebiliriz.


Çünkü şiddet kalabalık tarafından üretilip tüketilmesi gerekmektedir.

Kapitalizm, endişe, üzüntü, hayal kırıklığı, nostalji, korku ile karıştırılır ve kapitalist denmesi gereken toplum, piyasa, sistem, gerçeklik, dünya olarak nitelendirmemize neden olabilmektedir.


Bilincimizde ağırlıklı olarak kapitalist toplumun devamlılığı için seçilen acıyı aşmak için bireyselci ve özgürleştirici potansiyelimizi kaybetmemiz arzulanır.


Çünkü kapitalizm ya da kapitalist toplumun görünürlüğünü örten figürler acı yaşamların hazza koşarken vicdan adaletsizliklerini gizleyerek var olan ama kullanılmayan vicdan örtüleri kapitalist ahlakın çıplak kalmasına da dayanamaz.


Acıya mı, arzuya mı sahip olmak istiyoruz?


Arzu, kapitalist toplumda bireye kendisini veya bireyi acıya karşı arzusunun koruyucu bir ideal, hayali bir yetenek, incelik barındıran bir düello, bireyin kendisine olan kayıp güvenliği geri kazanmak için arzuyu bir sistem aracılığıyla sunmaktadır.


Kapitalizmin arzu şiddetini imkansıza sahip olmasını arzulamasını ister. Arzunun karşısındaki acı ise güvenlik ister: Sonsuza kadar acının ahlaksal varlığı kapitalizmde ulaşmak istediğimiz hazzın, acı veren mesafeyi bastırmasını ahlaksal bir arzuyla kulağımıza söylediğinde, reddedilen sahipliğin öfkesinin böylece kendimiz olduğumuzu unuturuz.


Çünkü kapitalist haz, ulaşılamaz olanın kanıtıyla daha çok yanan içimizdeki arzunun şiddet örtüsü gibidir.


Kapitalizmin arzusu bizlere genellikle bir örümcek ağını salgılayan haz duygusunu algılatmak için aynı zamanda umutsuzca tek başınalığın hiçbir şeyle tamamlamayı beklemeden yaşattığı boşluk duygusunu vermesinde de olabilir.


Acı, bireyden güvenlik istediği kadar arzunun şiddeti kapitalizm için mutluluktur, ancak güvenlikli acı deneyiminden kurtulmuş, hazzın içinde yaşamsal bir varlığın donmuş sembol figürü gibidir elde edilmek istenen acının hazzı…kapitalizmde, sevgi, arkadaşlık, aile olma çılgınlığından kaçınarak antikapitalist suç ortaklıkları oluşturmak melankolik bireysellik gibidir.

Kapitalizmde arzu melankoli gibidir, bir çılgınlık, bir ele geçirmek, acıdan sıyrılışta varoluşun çılgınlığı gibidir.


Kapitalizmin akışkanlığına karşı bireyselci bir melankolik varoluş sistemde hastalığa, yaşlılığa yani kontrolü imkânsız olan kendi benliğimize karşı bir isyanın başlangıcıdır.

Ki, solmaya yüz tutmuş bir gücün kendi kendine dönüşünde yüzleşme felaketi ve kişisel düelloyu getirebilir.


Kapitalizmde sınırsız sahiplik örtülü acı, arzunun gizli tutkusudur.

Kapitalizm, sıkıntılı bedenlere, farkındalığı olmayan bilinçlere (bilmedikleri şey) bir şeyler alarak sakinleşmeyi öğretir: oyuncaklar, insanlar, para, eşyalar, yetenek, kamusal kimlik, prestij vs…korku, acı karşısında mutluluğun başka türlerini hayal ettirmeye zorlayan tek çaredir. Kapitalizm ele geçirilmiş hayatlar yaratır; ele geçirilmişler ise artık bu güçten etkilenmezler.


Çünkü onlar özgürlük sanrısının denekleri haline gelmiştir ve hiç sahip olamadığı bir şeyi sahiplendiğini düşünmektedirler.


Acı insan hayatının sonsuzluğu, sessizlik ve yalnızlıktır.


Yalnızlık boşluğunun icadı olmadan arzu olmaz.


Arzu sahip olmayı değil, oluştaki aramayı arar.


Yani arzu hep başlangıçtadır.


Acı ise ihtiyaç halinde sonsuzluğun kalıcılığındadır.


Acı uyumu ararken uyandırır; arzu uyumsuzluğu ararken uyuşturur.

27 Kasım 2015 Cuma

İnsanlar Birbirlerinin Eserleridir

''Her yerde faydayı aramak vakar duygusuna sahip özgür kimselerin tutacağı yol değildir.''  der Aristotales. 

Her bireyin içselliğinde olan faydacı dürtüler, diğer bir deyişle insanlar çevrelerinde olup bitenleri bir bekleyiş çerçevesinde algılamak üzerine yapılandırılmış stereotip inançlar içinde yetiştirilir. Geleceği yordamlayabilmek için yaşamımızdaki geçmiş deneyimlerimiz yapılandırmakta ustalaştırılmaktayız. Çünkü yaşam içinde farklılıklarımızı ortaya çıkarmamız istenir, bizlerden...İnsanlar olarak temelde de tutucu eylemlere sahiplik edinimlerini kazanırız. Şöyle ki, geçmişimize döndüğümüzde bizleri şekillendiren insanların fiziksel farklı versiyonuyuz aslında.

''Eğer bir çocuk kötü davranışlarından ötürü cezalandırılır, iyiliğinden ötürü ödüllendirilirse bu durumda o sadece ödül için doğru davranacaktır; ve hayata atılıp da iyiliğin her zaman ödüllendirilmediğini, kötülüğün de cezalandırılmadığını gördüğünde sadece hayatta nasıl muvafak olabileceğini düşünen ve hangisini kendi yararına görürse buna göre doğru ya da yanlış davranan bir insan olacaktır.'' der Immanuel Kant. Çok yaygın olarak otoriter yapının egemen olduğu ailelerde, tüm kararları ebeveynler verir. Birçok konuda sayısız kural koyar.


Suçluluk duygusu, çocukluk evresinde korku denen duygunun doğasından çok şey barındırır kendi içinde; çünkü korku, belirsizlikler içinde zihinlere ekilir. Oysa insanlar evrensel eğilimlere yönelik yetilerle varlık olgusu üzerine yaratılmış aidiyetleri vardır. İnsanda doğuştan gelen (acıkma, ağlama, isteklerini dile getirme vs...) gibi evrensel olgulardan ayıran ise her varlığı kendi gibi olma ya da olmaya zorlamalarla telakki etmeye ve her nesneye aşinalık duyduklarını, yakından tanıdıkları özellikleri kendilerine atfederler.

Rogers'a göre benlik kavramımızla tutarsızlık gösteren organizmik deneyimlerimiz toplumsallık içinde kaygıya, kaygıda ''inkar'' ya da ''çarpıtma olarak savunmaya geçtiğimizi savunur.  Birçoğumuz dışsal standartları benimseyerek onların bize ait olmadığını inkara gideriz. Aslında her insan ortaya çıkması halinde önem verdikleri kişiler tarafından onaylanmayacağı hatta reddedileceğini çocukluk evresinde ''ödül-ceza'' döneminde kazanmıştır. 

İnsanlar bu düşüncelerin ve isteklerini dışa vurmak ya da kabul etmek yerine çarpıtarak bilinçlerinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Sonuç olarak evrensellik üzerine donatılmış insan kendisiyle, kendi gerçek duygu ve özelliklerinden bağlarını koparır. Oysa  ''ödül-ceza'' yerine koşulsuz olumlu saygı-sevgi gördüğünde insan (çocuk) ne yaparsa yapsın kabul göreceğini ve sevildiğini bildiği için olumsuz yönlerini inkara gitme ihtiyacı duymayacaktır. Bu yüzden anne- babalar çocuklarının yaptıkları davranışları onaylamasalar da onları her zaman sevilebileceğini ve kabul edileceğini hissettirebilmelidir. Toplum içinde karşılaştığımız, iletişim kurduğumuz her birey içinde geçerli bir olgudur. 
Marx'ın bilinen söylemlerinden biri tekrar ettiğim için şimdiden özür diliyorum!

Marx, "Asacağımız son kapitalist, muhtemelen bize asma halatını satan kişi olacaktır."sözüne atıf yaparak. Kapitalizm bireyi daha ailede ''ödül-ceza'' başarılar, istekler, metalar üzerinden çağrışımlar öğrenerek büyüdüğü evreni olduğunu var sayarsak...  Sistem dizaynı içinde faydacılık üzerine güdülenmiş bireyler olarak son kapitalist dünyada yine kendimiz olmuyor muyuz...Ya da yetiştirilmiyor muyuz... Kapitalizm, birbirine benzeyenlerin hekimidir.

Hobbes'in dediği gibi "İnsan,  insanın kurdudur."




Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...