Marx etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marx etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2024 Pazar

Marx ve Tüketim

Bu yazımda Karl Marx'ı masaya davet ederek kapitalist üretim ve tüketim düzenine odaklanalım mı?

 Marx'ın perspektifinden bakıldığında, kapitalizmin temel sorunu sadece emek sömürüsü değil, aynı zamanda insanların kendi potansiyellerini gerçekleştirmelerinin imkansızlığıdır. Kapitalist sistemde emeği satan işçi, ürettiği şeylerde kendini tanıyamaz hale gelir; bu da Marx'ın yabancılaşma olarak adlandırdığı insanlık onurunun kaybedilmesi sürecidir.

Kapitalizm sadece üretim araçlarının özel mülkiyetini ve üretim sürecinin nasıl organize edileceğini belirleme yeteneğini içermez, aynı zamanda işgücünün de bir meta olarak muamele görmesini sağlar. Artık bir ustamız yok, onu bulmak ve işverenleri tatmin etmek için kendimizi meta haline getirmemiz gerekiyor. Eğer insan ilişkilerini nesnelere genişletme yeteneğimiz olsaydı, kapitalizm piyasa mantığını tüm kültürel ilişkilere uygulardı; eğitimden din ve aşka, boş zaman aktivitelerine kadar her şey ticarileştirilirdi.

Bugün, "tüketim kültürü" denilen noktaya geldik. Her türlü insan ilişkisi, bir değişim objesi haline getirilebiliyor. Bu durum, kapitalizmin yaygınlaştığı ve her yönüyle hayatımıza nüfuz ettiği anlamına gelir. Ancak bir şeyi tam anlamıyla satmak için, alıcıların tam tatmini ve sahiplenme hazzı arayışında olmaları gerekir. Bu da, Hegel'in terminolojisiyle ifade edecek olursak, bir efendi tarafından gerçekleştirilir.

Marx'ın analizi, kapitalizmin insanların doğal ve insani ilişkilerini nasıl metalaştırdığını ve insanların yaşamlarını nasıl biçimlendirdiğini derinlemesine açıklar. Kapitalizm, insanın kendini ve ilişkilerini ticari bir değer biçisi içine sokarak, insanın insan üzerindeki egemenliğini kaybetmesine yol açar. Bu bakış açısıyla, günümüz tüketim odaklı kültürü ve kapitalist düzenin eleştirisi de Marx'ın çözümlemeleri ışığında daha net anlaşılır.

24 Eylül 2023 Pazar

İnsanların vicdanına ve iradesine bağlı olmayan toplum yasaları var mı?

 

Sosyal yaşamı analiz ederken kaçınılmaz soru ortaya çıkıyor.

İnsanların vicdanına ve iradesine bağlı olmayan toplum yasaları var mı? Karl Marx için tarihte bireyin bilincine ve iradesine bağlı olmayan yasalar işliyor. Bu yasalar milyonlarca insanın istekleri ile ortaya çıkar. Ve çoğu zaman bu istekler her birinin istediği yönde hareket etmezler. Sosyal varlığın en doğrudan ve bariz tezahürü insan yaşamının, bilincin, sanatın ve felsefenin bağlı olduğu üretimdir, emektir. Marx’ın toplumun gelişimi hakkındaki görüşlerini özetlediği kilit kavramlar “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” eserinin önsözünde sunulmaktadır (1859). “...Yaşamlarının sosyal üretiminde erkekler kendi iradelerinden bağımsız belirli ve gerekli ilişkiler kurarlar, üretim ilişkileri, maddi üretken güçlerinin gelişmesinin belirli bir aşamasına denk gelir. Bu üretim ilişkilerinin bir bütünü toplumun ekonomik yapısını oluşturur, yasal ve politik üstyapının yükseldiği ve belirli toplumsal bilinç biçimlerinin karşılıklı olduğu gerçek temeldir. Maddi yaşamın üretim şekli genel olarak politik ve manevi sosyal yaşam sürecini koşullandırır. İnsanın varlığını belirleyen bilinci değil, aksine, bilincini belirleyen toplumsal varlıktır.” Marx’a göre, zaman içinde üretici güçlerin gelişmesi onları mevcut üretim ilişkileriyle çelişkiye yol açıyor, yasal ifadesi belirli mülkiyet ilişkileridir. Bu sonuncular üretici güçlerin geliştirme biçimi olmaktan prangaları haline geliyor. Marx şöyle diyor: Belli bir gelişme aşamasına geldiğinde toplumun maddi üretici güçleri mevcut üretim ilişkileriyle çelişkili ya da bunun yasal ifadesinden başka bir şey değildir, içindeki mülkiyet ilişkileriyle Oraya kadar açıldılar. Üretken güçlerin gelişme biçimleri, bu ilişkiler onların engellerine dönüşür ve böylece sosyal devrim zamanı açılır. Ekonomik temel değiştiğinde, hemen hemen hemen tüm büyük üstyapı üzerine kuruldu. Bu dönüşümler incelendiğinde üretim ekonomik koşullarında meydana gelen ve doğa bilimlerinin kendi doğruluğuyla takdir edilebilen maddi değişiklikler arasında her zaman ayırt edilmelidir ve yasal, politik, dini, sanatsal veya felsefi yollar, tek bir kelimeyle, ideolojik yollar erkekler bu çatışmanın farkındalığını kazanır ve çözmek için savaşır.  Marx bizlere diyor ki, bireyi kendi hakkında düşündüklerine göre yargılayamadığımız gibi, bu dönüşüm çağlarını da onun bilincine göre yargılayamayız, ancak bu farkındalığın maddi yaşamın çelişkileriyle açıklanmasıdır. Bu sosyal üretken güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çatışmadan dolayıdır. Ve Marx’a göre hiçbir sosyal oluşum, yeterli yer veren tüm üretken güçler gelişmeden önce yok olmaz ve eski toplumun bağrında varoluşları için maddi koşullar olgunlaşmadan önce yeni ve üstün üretim ilişkileri ortaya çıkmaz. Bu nedenle insanoğlu her zaman sadece ulaşabileceği hedefleri amaçlamaktadır çünkü daha yakından bakıldığında, bu hedeflerin sadece zaten verildiğinde veya en azından gerçekleşmek için maddi koşullar yapıldığında ortaya çıktığını görecektir.  Marx ana üretim modları olarak Asya, eski, feodal ve modern burjuva üretim modlarını vurgulamıştır. Burjuva üretim ilişkileri Marx’a göre, sosyal üretim sürecinin son “antagonik” formudur. Antagonik bireysel değil, ancak bireylerin sosyal yaşam koşullarından gelir. Fakat burjuva toplumunda gelişen üretken güçler, aynı zamanda bu düşmanlığın çözümü için maddi koşullar sunar. Bu sosyal oluşumla birlikte insan toplumunun tarih öncesi kapanarak koşulunu toplumun bireyinin oluşturmadığı; koşulların oluşturduğu toplum ve bireyleri oluşturmaktadır. Buraya kadar anlatılan Marx tarih felsefesinin temelidir ve daha basit bir şekilde ifade edilmiştir: Bu anlayışın özü, iş faaliyetinde üretim ilişkileri geliştiren keşifle ilgilidir ve isteklerine bağlı olarak farkındalık, ancak insanların doğaya karşı tutumlarını karakterize eden üretken güçlerin gelişim derecesi, kullandıkları iş araçlarında (Üretken Güçler ve Üretim İlişkileri). İnsanların doğayla ve birbirleriyle objektif maddi ilişkilerinin tamamı sosyal varlığı oluşturur. Sosyal varlığın doğaldan ayrılması tarihe materyalist bir yaklaşımın başlangıcıdır, toplumsal varlığın bilincini ve toplumsal gelişmenin belirli iç yasalarını belirleyen şeydir. Üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin birliği, bir toplumun sosyal, siyasi ve manevi yaşam süreçlerini belirleyen maddi yaşamın üretim modunu oluşturur. Marx, toplumun yapısını karakterize ederek çeşitli bölümlerinin ekonomik temelde objektif bağımlılıklarından oluşan dikey bir çizgi inşasına dikkat çeker ve bu işlevi üstlenen üretim ilişkileri tarafından gerçekleştirildiğini savunur. Üretim ilişkilerinin temelinin üstünde politik-hukuki üstyapı yükselir: Devlet ve hukuk, temel farklı bilinç biçimlerine (Temel ve üstyapı) karşılık vererek kültürel-sosyal-siyasi ve ekonomik ağlarını oluşturur.

Marx’taki sosyal ağ gelişiminin kaynağı işlevsel üretim modunun çelişkilerinde yatıyor. Üretken güçler geliştikçe mevcut üretim ilişkilerini aşarlar ve onların engelleri haline de gelirler. Bu ise toplumsal devrime yol açan bir çatışma, eski üretim ilişkilerinin yenileriyle değiştirilmesi, geliştirilmiş üretken güçlere (Sosyal Çatışma, Devrim) karşılık olarak ortaya çıkar. Ancak (kapitalist sistemdeki çatışma üst yapının-üretim ilişkilerinin değişimine pozitif yönlü değişim) gösterebilmektedir.  Bu büyük üstyapıdaki değişimler takip edildiğinde ise genel yasa ortaya çıkmaktadır. Toplumdaki sosyal bozukluklar nesnel koşullar kriz ortamları olgunlaştığında ortaya çıkar. Gerçek içeriklerini belirlemek için bu koşulların ve genel yasaların analizine dayanmalıdır. Ancak yine bu genel yasalar algılandıkları gibi ideolojik yollara değildir. Yani devrim asla gerçekleşmemelidir; çünkü Marx’a göre, üretim ilişkisindeki sınıf çatışmaları zenginliğin yeniden dağıtmak (poker el dağıtımı gibi) üst yapılar içindir, yoksulluğu değil….


Dipnot: Antagonist, kurguda, ana karakteri, engellemekle yükümlü kişidir. Karşı kişi ya da Muhalif düşman olarak da bilinir. Asıl karakterin zıttıdır. “Antagonizm ile yaratmak, üretmek” biçiminde Marx’ın da kullandığı bir terimdir.


5 Eylül 2023 Salı

Bir Tartışmayı Kazanmanın En İyi Yolu Ondan Kaçınmaktır

 Abraham Maslow: “İnsanlarda hayal kırıklığı yaşamamak için yanılsamalardan kurtulmak” gerektiğini belirtir. İnsanları ve kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeyi öğrenmek gerekir. Mükemmel insan diye bir şey yoktur. İletişim kurarken uyum yakalayacağınız insanlarla sağlıklı iletişim kurabilirken bazen de bencil, sinir bozucu ve karamsar insanlarla iletişim kurmak zorundayızdır.

 Karl Marx: İletişim açısından bizlere belli bir anlamda bir insan da bir meta ile aynı durumda olduğunu düşünmektedir Das Kapital’de. Ona göre; insan ne elinde bir ayna ile dünyaya geldiğinden ne de “Ben benim” diyebilen Fichteci bir filozof olduğundan bir insan, ilk önce kendini başka bir insanda görüp tanır. Peter, yalnızca bir insan olarak kendi suretini tanıdığı başka bir insanla, Paul ile olan ilişkisi aracılığıyla kendini bilir. Bununla birlikte, Paul de tamamen insan türünün veya Peter’in görünüş biçimi olan Paul olarak onun fiziksel formunda olduğunu belirtmektedir.

İletişim, insanların toplumsal dinamikleri ve dünyayı yorumlamak, birbirlerini anlamlandırması yanında ortak anlam oluşturmada sosyal gerçekliği dönüştürebilmeleri için birbirleriyle sembollere dayalı olan ilişki kurma tarzıdır. İletişim; karmaşıktır. Hem kendimiz için hem de karşıdaki kişi için doğrusal olmayan bir düşünceyi aktarmak için dil aracını, görüntüyü ve sembolleri yansıması/yansıtma sürecidir. Örneğin, şu anlattığım iletişi konusundaki düşüncelerimi okuduğunuzda sizin düşüncenize uyumlu olduğu ya da aktarılabildiği anlamına gelmez. Tersine iletişim aynı süreçte iletişimsizlik içinde bir şeyler iletir. 

Şu an bu yazıyı okurken önceden belirlenmemiş geçmiş deneyimlerinize, normlarınıza veya ideolojik bakış açınıza göre bireysel ve toplumsal ilişkinin niteliklerine bağlı olarak iletilen fikir yazısı olarak belirli bir şekilde yorumlayabilirsiniz. İletişim kurarken diğerinin düşünce örüntülerinde bir değişiklik olacaktır: şu an yazdıklarımı okurken kendi düşünceleriniz de yorumlama işlemine başlamıştır. 

İletişim diğerini anlama, yanlış anlama, anlaşma, kısmi anlaşma, anlaşmazlık, çatışma, tartışma gibi benzeri olasılıklara neden olur. Bunun sizde bir yansıması olacaktır; ancak hangi derecede aynı frekansta olduğunuz, farklılıklar, çarpıklıklar, bulanıklıklar vs… olacağı hem okuduğunuz yazının yansımasına hem sizin şu an bu yazıyı okurken içinde olduğunuz duygu ve düşünce halinize ve hem de sizden bağımsız şu an çevrenizde olup biten birçok faktöre bağlıdır. İletişim için buraya kadar açıklamam yeterli diye düşünüyorum. Ancak günlük yaşamlarımızda yukarıda sözünü ettiğim iletişimin teorik anlamaları çok fazla geçerli değildir. Bizler Anadolu insanı olarak tartışmayı seven, taşlamayı seven bir kültür yapısına sahip olduğumuz için günlük hayatta iletişim kurmada yaşanılan zorluk noktalarına kısaca şöyle bir değinip bırakacağım. 

Faydalanırsanız ne mutlu bana!

İletişimde Bir tartışma Nasıl Kazanılır?

“İddiacı iletişim” ya da “kendinize nasıl değer ve saygı duyulur” vb. iletişim kursları veriyorlar.

Açık söylemek gerekirse, herkes parasını istediği gibi harcar...

Benim açımdan başlıklarda zaten prensip hatası vardır. Çünkü iletişim diğeriyle iyi bir takas modelidir. Çatışmacı veya kavgacı değildir.

Yani benim bakış açımdan toplumsal yaşamın içinde diğerleriyle sağlıklı iletişim için bazı ipuçlarını vereceğim. Üstüne bir de bedava!

İletişimde Uyumun Önemi

İletişim kurduğunuz kişi veya kişilerle uyum varsa etkilidir; güven, sempati, saygı ve dinlemek olmadan iletişim kurma biçimlerinde teknikler işe yaramaz.

Bir şeyler yiyormuş gibi konuşun. Çoğu insan kalabalıkta konuşmaktan korkuyor. Bunun içinde toplu konuşma tekniklerini kullanıyorlar ve sonuç daha da aptalca görünebiliyor. Diğer yandan sadelik ve doğal olan iletişim kurmak yapaylıktan daha fazla güvenlik aşılıyor. Hata yapsanız da, kekeleseniz de, engelseniz de fark etmez, bu olabilir, durursunuz ve baştan başlarsınız. Bu yüzden spontane olun.

Sizi dinlemek isteyen zaten seni dinleyecektir. İletişimde aktarım kanalının akışını kendi haline bırakmak diğerine kendinizi dinleme zorunluluğu hissi vermeyecektir.

 

Anlamak Doğru Olmaktan Daha Önemlidir

Sizin için önemli birisiyle tartışıyorsanız (ortak, arkadaş, aile ferdi vs.) konumlarınıza ve inançlarınıza takılmak yerine dinlemeyi, yargılamamayı, anlamaya, her ikisi için de iyi bir tavizde bulmaya çalışın. Gerilim anında her şeyi söyleyebilirsiniz. Böyle durumlarda esnemek için kendinize zaman verin.  Nefes alıp sakin bir kafayla huzur içinde düşünceleri netleştirmek daha iyidir. Ayrıca her iki tarafta sakinleşmeden tekrar iletişim kurmamaya çalışın. Bu iletişimdeki çatışmayı soğutma arasıdır. Çatışma yaşadığınız kişi veya kişilerle olan duygu veya düşünceyi soğutma arası değildir. Bu noktada dikkatli olmak gerekir.

 

Bir Tartışmayı Kazanmanın En İyi Yolu Ondan Kaçınmaktır

İlgilenmediğiniz insanlarla iletişim kurmaya “zorlandığınız” durumlar vardır: Bunlar, patron, müşteri, akraba, tanıdık olabilir.

“Ona 4’ü söyle” demek cezbedici ama zaten biliyorsun ki bir avcıya dönüşecek, ne olmuş?

Hedefe ve diğerinden almak istediğiniz şeye odaklayın düşüncenizde: O an, para, ödül veya basitçe sessiz bir hayat olabilir.

Kimseyi İkna Etmek Zorunda Değilsiniz.

Üstenci ve kendini ikna eden biriyle tartışmak tamamen faydasızdır çünkü sizi asla anlamaz ve tartışma köşe başındaki taş gibi hep duracaktır. Bu yüzden taşlı tartışmadan kaçının, ayaklarınızı ikna edin, o an kendi zamanınızı ve enerjinizi önemseyin ve başarmak istediğiniz şeye odaklanın.

Şimdilik burada duracağım, daha çok şey var ama…KEYİFLE KALIN.

4 Eylül 2023 Pazartesi

Prometheus’un Sembolleri

 

“Gökten ateşi çalan Prometheus’un evler inşa etmeye ve yeryüzüne yerleşmeye başlaması gibi, tüm dünyaya yayılan felsefe de görünüş dünyasına karşı döner. Şimdi Hegel’in felsefesi için de aynı şey geçerli,” demiştir Karl Marx.

 

Yunan mitolojisinde Prometheus’un öyküsü Hesiodos’un “Günler ve İşler”, “Tanrıların Yaratılışı” eserlerinden öğrenilebilir. Ancak antik çağda pek çok yazar da Titan’dan bahsetmiştir. Onun hikayesi Titanlar zamanında, Zeus ve diğer Olimpos tanrılarının ortaya çıkmasından önceki bir dönemde başlıyor, çünkü Prometheus bir Titan tanrısıydı. Prometheus, öngörünün, bilginin, kurnaz öğütlerin, ateşin ve insanlığın yaratıcısının Titan Tanrısı’dır. Iapetus ve Themis’in oğludur. Kardeşleri Atlas, Epimetheus ve Menoetius’tur. Yunan mitolojisinde, Zeus onu elinden aldığında ateşi yaratması ve insanlığa yardım etmesiyle tanınır. Aynı zamanda bu görevde kendisine büyük ölçüde yardımcı olan öngörüye sahip olduğu da biliniyordu.

 

Ayrıca Prometheus bir Titan’dan daha fazlasıdır. Hikayesi isyandan, yenilikçilikten ve insanlığın gidişatını sonsuza dek değiştiren bilgi arayışından bahseder. Yunan panteonunun tüm tanrıları arasında, insanların şampiyonu olarak ortaya çıktı ve onlara yardım etmenin bedelini ödedi. Titan tanrılarının en sevilenlerinden biri olan Prometheus’un kökenlerine, mitlerine ve sembolizmine birlikte bir göz atalım. Ne dersiniz…

 

Titanlar Iapetus ve Clymene’nin birleşmesinden doğan Prometheus’un üç önemli erkek kardeşi vardı: Şiddetli öfkenin ve aceleci hareketlerin vücut bulmuş hali olan Menoetius, göklerin metanetli taşıyıcısı Atlas ve sonradan düşünme ve sonradan görmenin amblemi olan Epimetheus.

 

Prometheus’un mitleri onu akıllı bir figür olarak öne çıkarır. Bir Titan olmasına rağmen Titanlara karşı savaşta Olimposluların yanında yer aldı. Bunun nedeni Olimpiyatçıların savaşı kazanacağını öngörebilmesi miydi? Eğer öyleyse, bu onu biraz fırsatçı bir bakış açısıyla resmediyor; kendi halkına karşı savaşmak anlamına gelse bile kazanan tarafta olmak isteyen biri olarak ilk rekabetçi kapitalist insan figürünü sembolize ediyor denilebilir.

 

Olimposlular savaşı kazandı ve Zeus evrensel hükümdar oldu, ancak Prometheus insanlığa davranış tarzından memnun değildi. Bu anlaşmazlık Prometheus’un ateşi çalıp insanlara vermesiyle sonuçlandı ve bunun için Zeus tarafından ağır bir şekilde cezalandırıldı.

 

Prometheus Zeus’u Neden Kandırıyor?

 

Zeus ve Prometheus arasındaki anlaşmazlık bir öküzü iki parçaya ayırmasını istemesiyle başladı; biri tanrılar için, diğeri ölümlüler içindi. Prometheus insanlığı yarattığı için insanlara karşı zaafı vardı. Bir ikilemle karşı karşıyaydı: Zeus’un talebini insanlığın çıkarlarını korurken nasıl karşılayabilirdi.

 

Böylece iki kurban yarattı. Biri, hayvanın midesinde ve iç organlarında saklanan ince öküz etiydi, diğer kısım ise sadece öküzün yağa sarılı kemikleriydi. Görünüşün rehberliğinde Zeus, dışarıdan en çekici görünen yığını seçti: Zengin, parlak yağla kaplı kemikler. Zeus, bu seçimiyle yanlışlıkla kalıcı bir gelenek kurdu; o andan itibaren tanrılar, kurbanlar sırasında bir hayvanın kemiklerini ve yağlarını alacak ve besleyici eti ölümlülerin tüketmesi için bırakacaktı.

 

Kandırıldığını anlayan Zeus sinirlendi. Zeus, ilerlemenin ve bilginin önemli bir aracı ve sembolü olan ateşi insan dünyasından alarak hem Prometheus’u hem de insanlığı cezalandırmaya karar verdi.

 

İnsanlara şefkat duyan Prometheus, tanrıların yaşadığı Olimpos Dağı’na gizlice girip ateşi bir rezene yığınında geri getirerek onlara ateşi geri çaldı. Daha sonra ateşi insanlara aktardı. Bu eylemin şerefine bayrak yarışları ilk kez Atina’da düzenlendi; burada yanan bir meşale, kazanan bitiş çizgisine ulaşana kadar bir sporcudan diğerine aktarılırdı. Zeus bunu öğrendiğinde öfkelendi ve Prometheus’u sonsuz azaba mahkum etti. Ölümsüz hayatının geri kalanını, bir kartal karaciğerini gagalarken bir kayaya zincirlenmiş olarak geçirmekle lanetlendi. Karaciğeri, ertesi gün tekrar yenilmek üzere gece boyunca yeniden büyüyecekti. Prometheus, kahraman Herakles tarafından kurtarılıncaya kadar çok acı çekti.

 

Prometheus Miti Neyi Simgeliyor?

 

Bilgi ve Zeka: Prometheus'un adı “öngörü” anlamına gelir ve genellikle bilgelik ve bilgiyle ilişkilendirilir. Onun tanrılardan ateşi çalması, özellikle ateş, aletler ve çeşitli sanatlar hakkında bilgi gibi uygarlığı ilerleten türden bilgi edinmenin bir metaforu olarak görülebilir.

 

Tanrılara İsyan ve Meydan Okuma

Prometheus belki de en çok, tanrıların kralı Zeus’a karşı gelerek ateşi çalıp insanlığa vermesiyle ünlüdür. İlahi otoriteye karşı olan bu isyan onun karakterinin en güçlü yönlerinden biri olup onu direnişin ve zulme karşı mücadelenin sembolü haline getirmiştir.

 

İnsanlığa Olan İnancı

Prometheus’un, insanlığın kilden yaratılması ve ateşin armağanı da dahil olmak üzere eylemleri, onu insanlığın koruyucusu ve hayırseveri olarak konumlandırıyor. Kişisel acı çekme potansiyeline rağmen, insanların refahını tanrılara itaatten önce tutuyor.

 

Acı ve Dayanıklılık

Zeus’a meydan okuyan Prometheus, sonsuz işkenceyle cezalandırıldı; bir kayaya zincirlendi; burada bir kartal, karaciğerinin yeniden büyümesi ve ıstırabın tekrarlanması için her gün karaciğerini yiyordu. Bu kötü durum onu ​​sonsuz acılar karşısında dayanıklılığın ve dayanıklılığın sembolü haline getirdi.

 

Prometheus Mitinin Kutsal Kitaplara Göre Benzerlikleri

 

İnsanlığın Yaratılışı

 

Prometheus mitinde Prometheus’un kilden insanları yarattığına inanılır. Bu, Tanrı’nın yerin tozundan insanı (Adem’i) yarattığını anlatan Yaratılış’taki İncil anlatımıyla paralellik gösterir. Ancak Yunan mitolojisinde insanın yaratılışıyla ilgili birkaç efsane daha vardır ve kabul edilen bir versiyonu yoktur.

 

Bilgi Armağanı

 

İnsan uygarlığı için kritik bir dönüm noktası olarak görülen Prometheus’un insanlara ateşi vermesiyle tanınır. Ateş aynı zamanda bilgi ve anlayışı da temsil edebilir. Bu, İncil’deki ve Kuran’daki Adem ile Havva’nın Cennet Bahçesi’nden kovulma nedenine paralellik gösterebilir. Havva’nın yediği ve Adem’le paylaştığı Bilgi Ağacı’nın yasak meyvesi, eşit derecede dönüştürücü etkilere sahip benzer bir bilgi aktarımını temsil eder.

 

İhlalin Cezası

 

Hem Prometheus mitinde hem Kuran’da hem de İncil’de bilginin edinilmesi cezaya yol açar. Prometheus, ateşi çalıp insanlara verdiği için Zeus tarafından cezalandırılır. Benzer şekilde Adem ve Havva da yasak meyveyi yedikleri ve iyilik ve kötülük bilgisini edindikleri için Tanrı tarafından cezalandırılır. Her iki versiyonda da tanrılar insanların cahil kalmasını tercih ediyordu.

 

Büyük Tufan

 

Prometheus’un oğlu Deucalion’un hikayesi, İncil ve Kuran’daki  Nuh Tufanıyla çarpıcı benzerlikler paylaşıyor. Her iki anlatımda da, tanrıların insanlıktan hoşnutsuzluğu nedeniyle dünya bir tufanla yok edilir. Her durumda, dürüst bir adam (Deucalion/Nuh) yaklaşan tufana karşı uyarılır ve ailesiyle birlikte bir gemi inşa ederek hayatta kalır.

 

Prometheus ve Hz. İsa Benzeri Kurban

 

Bazı yorumlarda Prometheus’un çektiği acı, İsa’nın tutkusuna benzetilebilir. Hem Prometheus hem de İsa peygamber, insanlık uğruna acılara katlanan figürler olarak görülüyor. Prometheus insanlara ateş (bilgi) verdiği için cezalandırılırken, İsa Hıristiyan inancına göre insanlığın günahlarının kefareti olarak çarmıha gerilir.

 

Yeryüzündeki İnsani Eylemler Yönünden Benzerlikleri

 

İyi Eylemlerin İstenmeyen Sonuçları: Prometheus’un tanrılara karşı meydan okuması tüm insanlığa fayda sağladı. İnsanların ilerlemesine ve teknolojik olarak gelişmeye başlamasına olanak tanıdı ve böylece onu bir tür kahraman haline getirdi. İnsanlara karşı yapılan bu iyilik, tanrılar tarafından hızla cezalandırılır. Günlük yaşamda, benzer iyi niyetli eylemler sıklıkla cezalandırılır veya istenmeyen sonuçlara yol açabilir.

 

Düzenbaz Arketipi: Prometheus, düzenbaz arketipinin somut örneğidir. En bilinen hikayesi, tanrıların kralını kandırmasını ve ardından onların burunlarının dibinden değerli bir unsuru çalmasını içeriyor. Hileci arketipinin eylemlerinin sıklıkla bir katalizör görevi görmesi gibi, Prometheus’un insanlığa armağan ettiği ateş de insanlığın tüm teknolojik ilerlemesini başlatan kıvılcımdı.

 

Aşırı Ulaşmanın Sonuçları: Mary Shelley’nin “Frankenstein”ı gibi efsane uyarlamalarında özellikle belirgin olan bu tema, özellikle bilgi ve ilerleme arayışında kişinin sınırlarını aşmasının potansiyel sonuçlarına değiniyor. Prometheus’un çektiği acılar, tıpkı Victor Frankenstein’ın yaratılışının ona karşı dönmesi gibi, Zeus’un belirlediği çizgiyi aşmasının bir sonucudur. Ancak insanlar olarak Prometheus’u destekliyoruz ve onun eylemlerini takdir ediyoruz. Ancak tanrıların bakış açısından o, Zeus’a itaatsizlik eden bir asidir.

 

Prometheus ve Ateşin Güveni

 

Güven hiçbir şeyi yakmayan ama sıcak tutan küçük bir ateş gibidir tıpkı Prometheus mitinde tanrılardan çaldığı ateş gibidir. Güven, var olan ve bulunması, keşfedilmesi gereken bir şey değil, “yaratılması gereken” ve belirli bir hatta daha da fazlası, gerçeklere şiddet uygulama iradesine güç sağlayan bir şeydir. Kendi içinde sağlam ve belirlenmiş bir gerçekliğin bilincine varmak değil, Prometheus’un ateşi çalması gibi aktif bir belirlenim yani eylemin kendisidir. Güven, “güç iradesinin” temellerinden biridir...

Aslında Prometheus, insan ve tanrı arasındaki güven ilişkisini çalan titandır. Ateş güveni sembolize eder. Pandora’nın yaratılışında kutu açıldığında, kutudaki her şey yeryüzüne yayılır. Sadece umut ve umuda olan güven kutuya hapsolup kalır. Pandora (Antik Yunanca: Πανδώρα) “tanrılar armağanı” anlamına gelir.

O nedenledir ki; binlerce yıldan bu yana hem insan ilişkilerinde insanlar hem de tanrı ve insan ilişkisinde Prometheus’un hiç durmadan ciğerlerini yiyen kartalın gagalaması gibi güven yerine şüpheyi insanlığa miras bırakmıştır Prometheus….

 

27 Kasım 2015 Cuma

İnsanlar Birbirlerinin Eserleridir

''Her yerde faydayı aramak vakar duygusuna sahip özgür kimselerin tutacağı yol değildir.''  der Aristotales. 

Her bireyin içselliğinde olan faydacı dürtüler, diğer bir deyişle insanlar çevrelerinde olup bitenleri bir bekleyiş çerçevesinde algılamak üzerine yapılandırılmış stereotip inançlar içinde yetiştirilir. Geleceği yordamlayabilmek için yaşamımızdaki geçmiş deneyimlerimiz yapılandırmakta ustalaştırılmaktayız. Çünkü yaşam içinde farklılıklarımızı ortaya çıkarmamız istenir, bizlerden...İnsanlar olarak temelde de tutucu eylemlere sahiplik edinimlerini kazanırız. Şöyle ki, geçmişimize döndüğümüzde bizleri şekillendiren insanların fiziksel farklı versiyonuyuz aslında.

''Eğer bir çocuk kötü davranışlarından ötürü cezalandırılır, iyiliğinden ötürü ödüllendirilirse bu durumda o sadece ödül için doğru davranacaktır; ve hayata atılıp da iyiliğin her zaman ödüllendirilmediğini, kötülüğün de cezalandırılmadığını gördüğünde sadece hayatta nasıl muvafak olabileceğini düşünen ve hangisini kendi yararına görürse buna göre doğru ya da yanlış davranan bir insan olacaktır.'' der Immanuel Kant. Çok yaygın olarak otoriter yapının egemen olduğu ailelerde, tüm kararları ebeveynler verir. Birçok konuda sayısız kural koyar.


Suçluluk duygusu, çocukluk evresinde korku denen duygunun doğasından çok şey barındırır kendi içinde; çünkü korku, belirsizlikler içinde zihinlere ekilir. Oysa insanlar evrensel eğilimlere yönelik yetilerle varlık olgusu üzerine yaratılmış aidiyetleri vardır. İnsanda doğuştan gelen (acıkma, ağlama, isteklerini dile getirme vs...) gibi evrensel olgulardan ayıran ise her varlığı kendi gibi olma ya da olmaya zorlamalarla telakki etmeye ve her nesneye aşinalık duyduklarını, yakından tanıdıkları özellikleri kendilerine atfederler.

Rogers'a göre benlik kavramımızla tutarsızlık gösteren organizmik deneyimlerimiz toplumsallık içinde kaygıya, kaygıda ''inkar'' ya da ''çarpıtma olarak savunmaya geçtiğimizi savunur.  Birçoğumuz dışsal standartları benimseyerek onların bize ait olmadığını inkara gideriz. Aslında her insan ortaya çıkması halinde önem verdikleri kişiler tarafından onaylanmayacağı hatta reddedileceğini çocukluk evresinde ''ödül-ceza'' döneminde kazanmıştır. 

İnsanlar bu düşüncelerin ve isteklerini dışa vurmak ya da kabul etmek yerine çarpıtarak bilinçlerinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Sonuç olarak evrensellik üzerine donatılmış insan kendisiyle, kendi gerçek duygu ve özelliklerinden bağlarını koparır. Oysa  ''ödül-ceza'' yerine koşulsuz olumlu saygı-sevgi gördüğünde insan (çocuk) ne yaparsa yapsın kabul göreceğini ve sevildiğini bildiği için olumsuz yönlerini inkara gitme ihtiyacı duymayacaktır. Bu yüzden anne- babalar çocuklarının yaptıkları davranışları onaylamasalar da onları her zaman sevilebileceğini ve kabul edileceğini hissettirebilmelidir. Toplum içinde karşılaştığımız, iletişim kurduğumuz her birey içinde geçerli bir olgudur. 
Marx'ın bilinen söylemlerinden biri tekrar ettiğim için şimdiden özür diliyorum!

Marx, "Asacağımız son kapitalist, muhtemelen bize asma halatını satan kişi olacaktır."sözüne atıf yaparak. Kapitalizm bireyi daha ailede ''ödül-ceza'' başarılar, istekler, metalar üzerinden çağrışımlar öğrenerek büyüdüğü evreni olduğunu var sayarsak...  Sistem dizaynı içinde faydacılık üzerine güdülenmiş bireyler olarak son kapitalist dünyada yine kendimiz olmuyor muyuz...Ya da yetiştirilmiyor muyuz... Kapitalizm, birbirine benzeyenlerin hekimidir.

Hobbes'in dediği gibi "İnsan,  insanın kurdudur."




Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...