KİMSENİN SEVME ZORUNLULUĞU YOKTUR
Kimsenin
bizi sevmek, kurtarmak, yeniden inşa etmek ya da bizi yapmak gibi bir
yükümlülüğü yok...
Bu
her zaman hayalini kurduğumuz şey gibi algılarız. Ancak bunun nedeni ebeveynlerimizin
bizlere sosyal öğrenme yoluyla edindirdikleri tutumdur.
Ebeveynler
bilinçli veya bilinçsiz bir tutumla bizlere illüzyona dayalı sevgi ve
ihtiyaçlarımıza karşı “HAYIR” demeyi öğretmezler. Kendimiz gibi ötekini de
olduğu gibi sevmek, olmasını istediğimiz gibi değil de olduğu gibi sevmek
anlamına gelir. Ama, sevgiyi koşullara bağıl olarak öğrendiğimiz için sevgi
sunduğumuzda veya sevgi talep ettiğimizde “HAYIR” cevabına karşı olumsuz tepki
vermenin normalliğini öğreniyoruz daha küçük yaşımızda…
Ötekinde
sadece kendimizde “eksik” olduğunu düşündüğümüz şeyi sevdiğimizi anladığımız
zaman “hayır”ın kendimiz için hayırlı olduğunu anlamlandırabiliriz.
Ebeveynlerimizle
olan iletişim ve ilişki biçimimiz gibi aynı eksiklikten ve ihtiyaçtan doğan her
sevgi çocuklukta edindiğimiz bağlılıktan doğacaktır...
Aslında
bir şeylerin eksik olduğunu düşündüğümüz zaman başlattığımız herhangi bir
ilişki veya iletişim biçimi derin bir bağ üzerine kurulmayacaktır. Bunun nedeni
ise kendimize karşı sevgi, haysiyet, saygı eksikliğini bütünlemek için olduğunu
bilmediğimizden kaynaklıdır.
Ötekine
bağlanmadan, ona ihtiyaç duymadan derin bir sevgiyle sevmek... Anlamı;
paylaşmak ve ötekinden gelen sevgiyi olduğu gibi almak ve kabul edebilmekten
geçer. Yine bu nedenle, kendimize duyduğumuz aynı öz saygıyı ötekine de
saygıdır.
Unutmamak
gerekir ki; ötekiyle kurulan zehirli bir iletişim veya ilişki sadece diğerine
sahip olma ve bunun bir parçası olma takıntılı ihtiyacı anlamına da gelmez. Kurulan
bağ zararlı olduğunda o kişiden
vazgeçememektir.
Sevgi
neyin ne anlama geldiğini çok net bilmektir; ötekinden ve ötekine “sınırsız
sevgi talep etmek gibi sınırsız sevgi sunmak acı çekmektir.” Bu da şiddetli bir
hayal kırıklığına, beklentinin karşılanmaması sonucu öfke patlamalarına, sosyal
reddedilme, terk edilme hissi, daha fazla kıskançlığa neden olabilir tabii ki…
Aynı
zamanda; duygusal kontrolsüzlük, tamamen başkalarına güvensizlik, kişisel
diskalifiye olma, özgüven düşüklüğü, derin değersizlik ve hastalıklı bir bağımlılıkta
yaratmayla sonuçlanabilir.
Ötekinin sevgiyi “kabul etmesi” için çabalamanın bir anlamı yoktur. Ne siz ilk reddedenler ne de ötekidir. Bağımlı ve zehirli bir ilişki kurmamak gerekir. Çünkü bu noktada hem kendimize hem ötekine karşı sahte bir güvensizlik ile ego tatminine karşılık ruhu teslim etmek gibidir.
İnsanın mutlak acı çekmenin
garantili bir uçurumunda olduğunu Alman Şair ve Yazar Goethe “Faust” eserinde
şöyle dile getirmiştir: “Dur ey zaman,ne güzelsin!” diyecek olursa Faust iddiayı
Mefistofeles kazanmış olacaktır. Mefistofeles, Faust’u gençleştirir ve ona sevgi
duygusunu tattırır. Sevginin özel mülkiyet fikri, her türlü karışıklığa yol açacaktır.
Ama sevgiyi Mefistofeles’ten satın almak imkansız olduğu için herhangi bir talebinin
andaki varoluşu zevksiz olduğunu anladığı için Faust zamanı durdurmayı
arzulamıştır. Faust’un bir başkasını veya kendisini sevmek gibi bir görevi yoktur
aslında diğer türlüsü bir zorunluluk olduğu için de ruhunu satmıştır.
Faust’ta
olduğu gibi reddedilmek karşı tarafın temel hakkını reddetmektir...Mefistofeles
reddetmeyerek, koşula bağlayarak Faust’un hayatına karar vermek için onun
arzusunu yerine getirir. Sevgi, dayatmaktan ya da koşuldan önce önermektir.
İhtiyaç için ötekini sevmek, zorunluluk için kendimizi kaybetmektir. Ve en
önemlisi bilgisiz sevgi fırtına gibidir. Kendiliğinden olan sevgi farkındalıktır.
Sevgi için ötekiyle iletişim kurma, sevgi talebi ve sevgi sunumu için hiçbir
zorunluluğu yoktur hiç kimsenin…diğer türlüsü Faust gibi yaşamlarımızı
mahvetmektir.