Franz
Kafka Çekoslavakya'nın Prag kentinde 1883'te doğar. Alman Lisesini
bitirdikten sonra, Prag Ferdinand Üniversitesi'nde hukuk eğitimi alır.
Kafka'nın çocukluğu sert, baskıcı bir babanın kontrolünde geçer. Kendi üzerine
kapanık iç dünyası, hassas kişiliği onun günlük yaşamını da etkiler.
İçinde sürekli her şeye karşı korku duyan dünyası vardır. Kaybetme
korkusu değildir... '' Uykusuz gece. Sıraya girenlerin üçüncüsü bu. Derin
gömülüyor, bir saat sonra da, kafamı yanlış çukura koymuşcasına uyanıyorum''
der.
Romanlarını
farklı kılan diğer bir özelliği Almanca olarak yazmasıdır. Roman
kahramanları anlamadıkları bir dünyada yaşarlar. Aydınlığı göremeyen bir dünya
içinde çaresizdirler. Aforizmalarında ve kendi yaşamında da romanlarına
yansımaları kendinden parçalar olarak görebiliriz. Çünkü hayatı, önceden
kaybedilmiş bir savaş olarak görür. İnsan iradesinin zayıf yönlerine dokunur.
Yalnızlık, suçluluk duygusu, dünyanın ve insanların sorunlarını çözememenin
sıkıntısıyla dolu bir yaşam sürer. Kafka, döneminin her şeye yabancılaşmış
insanını kendi üzerinden anlatması yine farklılığını gösterir. Korku dolu bir
dünyadır orası! Onun dünyası...
Walter
Benjamin şu sözlerle tanımlar Kafka'yı: '' Onun köklü yaşantısı, insan
dünyasının, özellikle de günümüz burjuva insanının umutsuzluğu ve mutlak
anlamsızlığıdır''der.
Bu
sözleri adeta doğrular gibi Kafka güncelerinde dile getirir: '' Yazmadığım
sürece kederlenmeye yeterince zamanım vardır.''der Çünkü yazmadığı süreçlerde dünya
yaşamının keyfine dalmayı ''kederlenme'' olarak görüyor diyebiliriz. Ki,
ölçümlenen hayatın onun için bir değeri yoktur. Bir başkasına göre yaşam ona
göre değildir. Bu nedenselliğini hayatında olduğu gibi aşk yaşamında da
görebiliriz.
Büyük
aşkı Milena, Kafka'yı şöyle tanımlar:
''
Hayır hayır anlamaz dünyayı, yabancısıdır yaşamın. (...) ''Giyinik insanların
arasında çırılçıplak dolaşan biridir o.'' (...)'' Kahramanlıktan uzak bir
yalnızlık içindedir Frank.'' der
Milena'nın
sözlerini doğrularcasına kendi güncesinde ise kaleminden düşen sözlerle kendini
hep yargılayan kişiliğini ortaya koyar: '' Nesin sen? Sefilin biriyim.
Şakaklarıma vidalanmış iki küçük tahtam var benim.'' der. Ölmeden önce kaleme
aldığı güncesiyle kısaca hayatını özetler: '' Acı çekmekten öte bir şey
gelmiyor elimden.'' der
Anlaşılması
gereken gerçeklik Kafka kendini yargılarken ya da irdelerken aslında kendi
üzerinden '' Şakaklarına vidalanmış iki küçük tahtam var benim'' sözleriyle
sistem içindeki diğer insanlara benzemek istemese de, kendini sefil
duruma getirenlerin olduğunu vurgular. İnsanların boş bir dünyada yaşadığını
düşünür. Bunu en saf dilini aforizmaların da yansıtır. Söylemlerindeki acıyı
insan olmaya çalışma erdemi olarak görebiliriz. Tabii bu durum , onun
romanlarını okuyanların dünyaya bakış açısıyla doğrusal orantılıdır.
Franz
Kafka Aforizmaların da inancı şöyle tanımlar: '' İnancın insanı deliliğe
sürükleyen gücü, işte bu '' mümkün mü'' sözünde gizlidir, ancak bu
olumsuzlamada kendini açığa vurur.''der
Kafka,
inancın insanı deliliğe sürükleyen gücünden bahsettiği dini bir inanç olarak
bakmamak gerekir. Sosyal hayattında beklemediği olaylar karşında ''mümkün mü''
sözünde gizli olması ve en çok sevdiği insanlar tarafından yalnızlık yaşamasına
bağıl olarak olumsuzlamada yaşadığı düş kırıklıkları olduğunu düşünebiliriz...
Bunu
destekleyecek yine bir aforizmasında, '' İnançtan yoksun olduğumuz söylenemez.
Yaşamımız bile tek başına bir inanç değeridir.'' der Kafka'nın iç dünyasını
anlamak için Açlık Şampiyonu yapıtındaki şu sözler '' Aç kalıyorum diye bana
hayranlık duymamalısınız. Başka türlü yapamam ki...Hoşuma gidecek bir yiyecek
bulamadım ki...'' sözlerini beslenme üzerinden ele almak yanlış olur. Yine
yalnızlığı içinde, o yalnızlığı paylaşacak insan bulamamasına kinayeli bir
gönderi yapmaktadır.
Bu
tür karmaşık gibi görünen gönderilerini ''Hayvan Öyküleri'' eserinde de
görebiliriz. '' Fare, ''Ah be!'' dedi. ''Gün geçtikçe küçülüyor dünya. Önceleri
amma da büyüktü, korkumdan atıldım ileri, koştum; uzaklarda iki yanda uzanan
duvarlar görünce sevinçten havalara uçtum. Bu uzun duvarlar da pek çabuk
birbirlerine yaklaştılar ama, kapan var işte, böyle ilerlersem kapana
yakalanacağım gündür.''(...) ''Öyleyse gideceğin yolu değiştir,'' dedi kedi,
sonra fareyi yedi.'' Sistemi kısaca ve arada yok olan insanları, yok olmamak
için duvarların birbirlerine yaklaşmasıyla kendini sistem içinde var eden
insanlara gönderisini mükemmel yapar. Kafka'nın özyaşam öyküsünden doğrudan
etkilenmiş olan yapıtı ''Dava''da içinde sembolik gönderilerle dolu en karanlık
yapıdır. Totaliter rejimlerle yönetilen devletlerdeki koşullardaki
benzerlikleri işler. Acımasız empati yoksunu sistem ortamında kişinin
çaresizliğini ve sonunda sisteme sonunda boyun eğişini vurgular. Aslında
bütünüyle varoluşculuk içinde kaleme aldığını anlayabiliriz de...Dönemin hukuk
sistemine getirilmiş bir eleştiri minvalinde şeylerden çok, sistem içindeki
varolma çabaları vardır.
''Ölmezden
önce bütün o zaman boyunca edinmiş olduğu deneyimler kafasının içinde, o güne
kadar kapı bekçisine henüz hiç yöneltmediği bir soruda birleşir. Katılaşmış
olan bedenini doğrultamadığından, eliyle bekçiyi yanına çağırır. Bekçi ona
doğru iyice eğilmek zorundadır, çünkü bedenlerinin orantıları adamın aleyhine
olmak üzere çok değişmiştir. ''hala neyi bilmek istiyorsun?'' diye sorar bekçi.
''bir türlü doymak bilmiyorsun.'' adam: ''herkes yasaya göre ölüyor,''der,
''ama nasıl oldu da bunca yıl boyunca benden başka kimse giriş izni istemedi?'
kapı bekçisi, adamın sonunun geldiğini anlar ve tükenmek üzere olan işitme
duyusuna kendini duyurabilmek için bağırır: ''burada başka kimse girme izni
almazdı, çünkü bu kapı yalnızca senin için öngörülmüştü. Şimdi o kapıyı
kapatmaya gidiyorum.''
Alıntılar: Franz Kafka, Sevgili Milena/ Say Yayınları
Aforizmalar/ ALTIKIRBEŞ Yayınları
Dava/ Kırmızıkedi Yayınevi
Hayvan Öyküleri/ ALTIKIRKBEŞ Yayınları