Maslow etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Maslow etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2023 Pazartesi

Kopernik devrimi

                                          Hümanist psikoloji nedir?

Psikoloji alanında gerçek bir Kopernik devrimi, insanı terapistin ilgi odağına geri getirdi, insanı özgüven ile “ödüllendirdi”, özgürlüğünün yanında özgünlüğünü tanımayı ve sorumlu bir şekilde kullanmayı öğretti. Bu  Hümanist Psikolojinin ideolojik temel taşıdır.


ABD’de 1960’lı yıllardan başlayarak gelişen davranışçılık ve psikanalize alternatif olan, İnsan Potansiyelini Geliştirme Hareketi  veya  psikolojinin (Üçüncü Gücü) olarak da tanımlanan psikolojik bir akımdır.

En önemli temsilciler kimlerdir?

Bu akımın ana temsilcileri arasında, sağlıklı kişiliğin incelenmesine odaklanan, ihtiyaçlar piramidinin teorisyeni olan Amerikalı psikolog Abraham Maslow’u (1908-1970) buluyoruz. Yönlendirici olmayan danışmanlık yaklaşımının kurucusu Rollo May (1909-1994), kişinin varlığına ve oluşuna özen gösterir.

Viktor Frankl (1905-1997), Avusturyalı psikiyatrist ve filozof, varoluşçu analiz ve logoterapinin kurucularından biri; bireyin derinlemesine insani ve ruhsal özünü vurgulama eğiliminde olan ve arayışa yönelik bir yönelim olarak terapinin öneminin altını çizen bir yöntem kişinin hayatının anlamı içindir.

Carl Rogers (1902-1987), Amerikalı psikolog, danışan merkezli terapinin kurucusu, bizi özgürlük ve sorumluluğa dayalı olumlu bir insan vizyonuna bakmaya davet etti.

Roberto Assagioli (1888-1974), İtalyan psikolojisinin özgür zihni ve psikosentez olarak tanımlanan yaklaşımın kurucusu olup, aynı zamanda bireyin ruhsal bileşenine de çok önem vermiştir.

Fritz Perls (1893-1970) İnsanın kendi kendini düzenleme yeteneğine olan inancıyla, Gestalt terapisinin kurucusu, Amerika Birleşik Devletleri’nde vatandaşlığa kabul edilen Alman doktor.

Thomas Gordon (1918-2002), Amerikalı psikolog, Rogers’ın öğrencisi ve işbirlikçisi, etkili iletişim teorisyenidir.

Hümanistik psikoloji hareketi üzerinde büyük etkisi olan filozof Martin Buber’in (fotoğrafta aşağıda) (1878-1965) çalışmalarını da unutmamalıyız. 

 

Carl Rogers ve JL Moreno’nun düşüncelerini etkileyen, ilişkiler ve diyalog konusunda mükemmel bir filozof olan Buber’e göre, insan kendini ancak başka bir insanla olan ilişkisinde bulur ve böylece yalnızlığın ve izolasyonun üstesinden gelebilir.

“İnsan, ötekiyle temas halinde olan ve olduğunda ‘Ben’ haline gelir” (Buber 1962).

Buber’in düşüncesi aynı zamanda “boşluğun (aranın) ontolojisi” olarak da tanımlanabilir. Ona göre insanlar kendi gerçekliklerini karşılaşmalar yoluyla ötekiyle gerçekleşen diyalogda bulurlar.

v Kişinin zevk dürtülerini tatmin etme eğiliminin aksine, seçim, yaratıcılık ve kendini gerçekleştirmeye yönelik tipik insani eğilimler (psikanaliz için eyleme geçme motivasyonunun tek açıklaması)

v Kişinin onurunun değerlendirilmesi  ve onda hâlâ gizli olan potansiyelin geliştirilmesi hakkında Hümanist hareketin temsilcilerinin görüşü, empati ve şeffaflıkla, kişiye değer verme ruhuyla hareket etmenin, kişinin arzu ettiği yönde değişim ve büyüme için en uygun koşulları sağlayabileceği yönündeydi.

v Bu insan görüşüne ve klinik uygulamaya uygun olarak, psikolog ve psikoterapist, zor durumdaki bireye çektiği acının bilinmeyen nedenlerini açıklayan (bunun yerine psikanalizde olduğu gibi) veya onu daha etkili düşünmesi için eğiten “uzmanlar” değildir ve daha uygun davranışları uygulayın (bilişsel-davranışçı yaklaşımda olduğu gibi).

v Bunun yerine, insan deneyiminin benzersizliğini tanıyan ve geliştiren, kişiyi evrim sürecinde destekleyen, sorunun bağımsız bir analiz ve çözüm sürecini teşvik eden “kolaylaştırıcılar” olarak hareket ederler. Bu, temelde kişinin kendi kaynaklarına derin saygı ve değer verilmesine dayanan metodolojiler yoluyla yapılır.

Hümanist yaklaşıma sahip bir psikolog veya psikoterapist ne yapar?

Bu vizyona göre, hümanist yönelime sahip psikolog ve psikoterapist, koşulsuz kabul edildiği ve empatik bir şekilde dinlenildiği takdirde, refaha yönelik kendi kişisel yolunu büyük ölçüde tanımlayabilen insanların doğal pozitifliğine ve bilgeliğine derinden inanmaktadır özerk bir şekilde.

Bu nedenle hümanist psikoloji, kolayca çıkarılabileceği gibi, Danışmanlığın tarihsel temelini oluşturur ve bu disiplinin teori ve uygulama tekniklerinin çoğuna ilham vermenin yanı sıra, ilişkilerle ilgilenen yeni profesyonel konu olan danışmanın temel özelliklerini de bilgilendirir. Klinik ve psikopatolojik olmayan bağlamda faydalıdır.

Rollo May (1909-1994), insan sorunlarının çözümüne yönelik bir disiplin olan Danışmanlık’ın kurucusu Rogers ile birlikte düşünülür; bu disiplin, yardım ilişkilerinin bir modeli olarak kalsa da, yönlendirici olmayan yaklaşımı nedeniyle psikoterapiden açıkça farklıdır.

Yorumlayıcı danışmanlığın yokluğu (görüşme teknikleri psikanalitik olanlardan çok farklıdır) ve her bireyin kendi zorluklarının sorumluluğunu üstlenme konusundaki kişisel becerisinin takdir edilmesi için.

Danışmanın görevi nedir?

Rollo May’a göre Danışmanın görevi “danışanın potansiyelinin gelişimini ve kullanımını teşvik etmek, dış dünyada kendisini tam ve özgür bir şekilde ifade etmesini engelleyen her türlü kişilik sorununun üstesinden gelmesine yardımcı olmak (...) sorunun üstesinden gelmektir” Ancak gerçek dönüşüm yalnızca danışanın elindedir: Danışman yalnızca empati ve saygıyla, kendisi olma özgürlüğünü yeniden keşfetmesi için ona rehberlik edebilir.”

En çok bilinen kitabı Danışmanlık Sanatı’ndan (1939) alınan yukarıdaki metin, May’in insani ve psikolojik sorunlara yönelik yenilikçi yaklaşımını, Hümanist Psikoloji’nin yönergeleriyle tam bir uyum içinde, ustaca özetlemektedir. 

Dahası, Rogers için olduğu gibi Amerikalı akademisyen için de diğer insanlarla insani bir ilgiye sahip olmak için psikolog veya psikoterapist olmak gerekli değildir: “doktorlar, avukatlar veya hemşireler bile insanlara nasıl uygun şekilde davranılacağı konusunda bilgi edinmek isterler” (1939).

1.     Rollo May’e göre terapistlerin ve danışmanların yaklaşımlarında uyması gereken 4 ilke  vardır. Danışanların davranışlarının ve yaşam sonuçlarının sorumluluğunu kabul etmelerine öncülük etmek;

2.     Danışanların gerçek benliklerini bulmalarına yardımcı olun ve ardından o Benlik olma cesaretini bulmalarına destek olun;

3.      Danışanların toplumsal varoluşlarını ve ait oldukları topluluğa karşı sorumluluklarını kabul etmelerine yardımcı olmak, yaşadıkları aşağılık duygusundan kurtulma cesaretini bulmalarını desteklemek, kendilerini “toplumsal baskı” duygusundan kurtarmak, kolektif hedeflerle tam bir uyum içinde kendilerini gerçekleştirmek;

4.     Çoğunlukla reddedilen veya yalnızca kısmen tanınan manevi boyutlarının gelişimine katkıda bulunurlar.

Carl Rogers (1902-1987), ölümüyle aynı yıl Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen Carl Rogers, oybirliğiyle danışan merkezli psikoterapinin kurucusu olarak tanınmaktadır. Rogers, psikoloji alanında ciddi, radikal ve sakin bir şekilde devrim yarattı. Öğretme, danışmanlık, psikoterapi, çatışma çözümü ve barış üzerindeki etkisi onu 20. yüzyılın en etkili psikologlarından biri haline getiriyor.

Carl Rogers’ın hikayesi nedir?

1928’den 1939’a kadar Rochester, New York’taki Çocuk Araştırmaları Bölümü’nde psikoterapist olarak çalıştıktan sonra, psikoterapi alanında öncü bir ders verdiği Ohio Üniversitesi’nde klinik psikoloji profesörlüğü aldı. 1940 yılında Minnesota Üniversitesi’ndeki bir konferansta yaptığı konuşma, önerdiği yeni yaklaşımın manifestosu sayılabilir. Amacı belirli bir sorunu çözmek değil, bireyin mevcut ve gelecekteki sorunlarla daha bütünleşik ve hepsinden önemlisi özerk bir şekilde başa çıkabilmesi için büyümesine yardımcı olmak olan bir terapidir. İlk büyük teorik çalışması olan  Danışmanlık ve Psikoterapi (1942) ile Rollo May’in Danışmanlık Sanatı (1939) ile birlikte hümanist psikoloji hareketinin temellerinin atılmasına katkıda bulundu. Ülkemizde en fazla bilinen ve okunan eseri Yaratma Cesareti’dir.

1945’te Rogers, Chicago Üniversitesi’ne taşındı ve burada on iki yıl kaldı ve kısa sürede psikoterapi ve araştırma açısından en iyi bilinen merkezlerden biri haline gelecek bir Danışmanlık Merkezi kurdu. 1957’de Wisconsin Üniversitesi’nde “psikoloji ve psikiyatri” profesörlüğünü aldı ve böylece psikiyatri bölümünde ders veren ilk klinik psikolog oldu.

1969’da bazı meslektaşlarıyla birlikte, dünya çapında ortaya çıkan  Kişi Merkezli Yaklaşımın çeşitli deneyimleri için bir buluşma ve koordinasyon noktası haline gelecek olan Kişi Çalışmaları Merkezi’ni kurdu.

Rogers’ın düşüncesinin temel taşları nelerdir?

Carl Rogers’ın terapideki değişim sürecine ilişkin çalışması şu iddialara dayanmaktadır:

Kişiliğin özü yapıcı ve/veya gelişim odaklıdır. Kişinin potansiyelini gerçekleştirmeye yönelik dürtü, psikolojik iyileşme de dahil olmak üzere vücudun kendini iyileştirme yeteneğini içerir. En iyi koşullar, bireyin herhangi bir tehdit veya tehlike hissi hissetmediği  durumlarda ortaya çıkar. Başka bir kişinin davranışını değerlendirmenin en iyi yolu onun bakış açısıdır. Danışan, terapisti uzman rolündeki biri yerine   özgün, gerçek bir kişi olarak algılarsa daha iyi yanıt verir.

Rogers, 1950’lerde ABD’de moda olan tedavi modellerine (bilişselcilik, psikanaliz, tanımlayıcı-sınıflandırıcı psikiyatrik yaklaşım, tanısal psikolojik yaklaşım) yapıcı meydan okumaya başladı ve hastayı tedavi edilecek bir kişi olarak gören bir yaklaşımdan daha iyi bir şeyin olmadığını savundu. Değer verilmeli ve tüm yanıtları kendisi bulabilmeli, iyileşme ve değişim için gerçek umutlar sunabilmelidir. Bu nedenle Rogers ve May’in düşüncesi, Amerika’da 20. yüzyılın başında Frank Parsons, Jesse Buttrick Davis ve Stones gibi öncülerin çalışmalarıyla bilinen ve destek için yararlı bir disiplin olarak ortaya çıkan Psikolojik Danışmanlığı derinden etkilemiştir. İnsanların eğitimsel gelişimlerinde, eğitimlerinde, evliliklerinde, sağlık hizmetlerinde, uygun araçlar aracılığıyla başkalarıyla etkili ve sorumlu bir şekilde nasıl başa çıkacaklarını bilmelerini sağlamayı amaçlamaktadır.

Kaynakça: 

R. May, Yaratma Cesareti

A. Maslow, İnsan Olmanın Psikolojisi

A. Maslow, İçsel Yolculuk/ Keşifler

C. Rogers, Kişi Olmaya Dair

C. Rogers, Yarının İnsanı

C. Rogers, Birey ve Toplum

5 Eylül 2023 Salı

Bir Tartışmayı Kazanmanın En İyi Yolu Ondan Kaçınmaktır

 Abraham Maslow: “İnsanlarda hayal kırıklığı yaşamamak için yanılsamalardan kurtulmak” gerektiğini belirtir. İnsanları ve kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeyi öğrenmek gerekir. Mükemmel insan diye bir şey yoktur. İletişim kurarken uyum yakalayacağınız insanlarla sağlıklı iletişim kurabilirken bazen de bencil, sinir bozucu ve karamsar insanlarla iletişim kurmak zorundayızdır.

 Karl Marx: İletişim açısından bizlere belli bir anlamda bir insan da bir meta ile aynı durumda olduğunu düşünmektedir Das Kapital’de. Ona göre; insan ne elinde bir ayna ile dünyaya geldiğinden ne de “Ben benim” diyebilen Fichteci bir filozof olduğundan bir insan, ilk önce kendini başka bir insanda görüp tanır. Peter, yalnızca bir insan olarak kendi suretini tanıdığı başka bir insanla, Paul ile olan ilişkisi aracılığıyla kendini bilir. Bununla birlikte, Paul de tamamen insan türünün veya Peter’in görünüş biçimi olan Paul olarak onun fiziksel formunda olduğunu belirtmektedir.

İletişim, insanların toplumsal dinamikleri ve dünyayı yorumlamak, birbirlerini anlamlandırması yanında ortak anlam oluşturmada sosyal gerçekliği dönüştürebilmeleri için birbirleriyle sembollere dayalı olan ilişki kurma tarzıdır. İletişim; karmaşıktır. Hem kendimiz için hem de karşıdaki kişi için doğrusal olmayan bir düşünceyi aktarmak için dil aracını, görüntüyü ve sembolleri yansıması/yansıtma sürecidir. Örneğin, şu anlattığım iletişi konusundaki düşüncelerimi okuduğunuzda sizin düşüncenize uyumlu olduğu ya da aktarılabildiği anlamına gelmez. Tersine iletişim aynı süreçte iletişimsizlik içinde bir şeyler iletir. 

Şu an bu yazıyı okurken önceden belirlenmemiş geçmiş deneyimlerinize, normlarınıza veya ideolojik bakış açınıza göre bireysel ve toplumsal ilişkinin niteliklerine bağlı olarak iletilen fikir yazısı olarak belirli bir şekilde yorumlayabilirsiniz. İletişim kurarken diğerinin düşünce örüntülerinde bir değişiklik olacaktır: şu an yazdıklarımı okurken kendi düşünceleriniz de yorumlama işlemine başlamıştır. 

İletişim diğerini anlama, yanlış anlama, anlaşma, kısmi anlaşma, anlaşmazlık, çatışma, tartışma gibi benzeri olasılıklara neden olur. Bunun sizde bir yansıması olacaktır; ancak hangi derecede aynı frekansta olduğunuz, farklılıklar, çarpıklıklar, bulanıklıklar vs… olacağı hem okuduğunuz yazının yansımasına hem sizin şu an bu yazıyı okurken içinde olduğunuz duygu ve düşünce halinize ve hem de sizden bağımsız şu an çevrenizde olup biten birçok faktöre bağlıdır. İletişim için buraya kadar açıklamam yeterli diye düşünüyorum. Ancak günlük yaşamlarımızda yukarıda sözünü ettiğim iletişimin teorik anlamaları çok fazla geçerli değildir. Bizler Anadolu insanı olarak tartışmayı seven, taşlamayı seven bir kültür yapısına sahip olduğumuz için günlük hayatta iletişim kurmada yaşanılan zorluk noktalarına kısaca şöyle bir değinip bırakacağım. 

Faydalanırsanız ne mutlu bana!

İletişimde Bir tartışma Nasıl Kazanılır?

“İddiacı iletişim” ya da “kendinize nasıl değer ve saygı duyulur” vb. iletişim kursları veriyorlar.

Açık söylemek gerekirse, herkes parasını istediği gibi harcar...

Benim açımdan başlıklarda zaten prensip hatası vardır. Çünkü iletişim diğeriyle iyi bir takas modelidir. Çatışmacı veya kavgacı değildir.

Yani benim bakış açımdan toplumsal yaşamın içinde diğerleriyle sağlıklı iletişim için bazı ipuçlarını vereceğim. Üstüne bir de bedava!

İletişimde Uyumun Önemi

İletişim kurduğunuz kişi veya kişilerle uyum varsa etkilidir; güven, sempati, saygı ve dinlemek olmadan iletişim kurma biçimlerinde teknikler işe yaramaz.

Bir şeyler yiyormuş gibi konuşun. Çoğu insan kalabalıkta konuşmaktan korkuyor. Bunun içinde toplu konuşma tekniklerini kullanıyorlar ve sonuç daha da aptalca görünebiliyor. Diğer yandan sadelik ve doğal olan iletişim kurmak yapaylıktan daha fazla güvenlik aşılıyor. Hata yapsanız da, kekeleseniz de, engelseniz de fark etmez, bu olabilir, durursunuz ve baştan başlarsınız. Bu yüzden spontane olun.

Sizi dinlemek isteyen zaten seni dinleyecektir. İletişimde aktarım kanalının akışını kendi haline bırakmak diğerine kendinizi dinleme zorunluluğu hissi vermeyecektir.

 

Anlamak Doğru Olmaktan Daha Önemlidir

Sizin için önemli birisiyle tartışıyorsanız (ortak, arkadaş, aile ferdi vs.) konumlarınıza ve inançlarınıza takılmak yerine dinlemeyi, yargılamamayı, anlamaya, her ikisi için de iyi bir tavizde bulmaya çalışın. Gerilim anında her şeyi söyleyebilirsiniz. Böyle durumlarda esnemek için kendinize zaman verin.  Nefes alıp sakin bir kafayla huzur içinde düşünceleri netleştirmek daha iyidir. Ayrıca her iki tarafta sakinleşmeden tekrar iletişim kurmamaya çalışın. Bu iletişimdeki çatışmayı soğutma arasıdır. Çatışma yaşadığınız kişi veya kişilerle olan duygu veya düşünceyi soğutma arası değildir. Bu noktada dikkatli olmak gerekir.

 

Bir Tartışmayı Kazanmanın En İyi Yolu Ondan Kaçınmaktır

İlgilenmediğiniz insanlarla iletişim kurmaya “zorlandığınız” durumlar vardır: Bunlar, patron, müşteri, akraba, tanıdık olabilir.

“Ona 4’ü söyle” demek cezbedici ama zaten biliyorsun ki bir avcıya dönüşecek, ne olmuş?

Hedefe ve diğerinden almak istediğiniz şeye odaklayın düşüncenizde: O an, para, ödül veya basitçe sessiz bir hayat olabilir.

Kimseyi İkna Etmek Zorunda Değilsiniz.

Üstenci ve kendini ikna eden biriyle tartışmak tamamen faydasızdır çünkü sizi asla anlamaz ve tartışma köşe başındaki taş gibi hep duracaktır. Bu yüzden taşlı tartışmadan kaçının, ayaklarınızı ikna edin, o an kendi zamanınızı ve enerjinizi önemseyin ve başarmak istediğiniz şeye odaklanın.

Şimdilik burada duracağım, daha çok şey var ama…KEYİFLE KALIN.

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...