Paris etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Paris etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2017 Salı

Kumdan Bir Hayat Saate Benzer

Asıl ismi Amantine-Aurore- Lucile- Dupin olan George Sand Temmuz 1804'te Fransa'da dünyaya gelir. Eğitimini manastıra kapatılarak tamamlar. Kendine güvenen ateşli kişiliğe sahiptir. Yaşamını kendi ayakları üzerinde kurma özlemiyle büyür. Kadın olarak güzellik- çirkinlik sorununu kendi üzerinde örnek vererek anılarını anlattığı kitabında şöyle değerlendirir:

"Kısacası; saçlarım, gözlerim, dişlerim ve daha bozulmamış vücudumla gençliğimde ne çirkin, ne de güzeldim. Ben bunu önemli bir kazanç sayarım. Çünkü çirkinlik bir anlamda, güzellik bir anlamda saplantı yaratır insanda. (...) En iyisi kimsenin gözünü kamaştırmayacak, kimseyi ürkütmeyecek düzgün bir yüzü olmalı insanın. Ben böyle biri olduğum için kız arkadaşlarımla olsun, erkek arkadaşlarımla olsun anlaşmakta zorluk çekmedim."

Sand gençlik dönemini kitaplar okuyarak, kendini eğlendirmek için ufak yazılar kaleme alarak geçirir. Gelecek üzerine planlar yapmaz, varolanı yaşamayı ilke haline getiren yapısı vardır. Bilinmeyen gelecekten korkar, nostaljiyi sever, bugünkü anı (şimdiki an) zamanı yaşar. Hayatım isimli kitabında yaşama dair düşüncelerini şöyle aktarır:

"Gelecek günleri özlemekten çok onlardan korkuyorum. Geleceği düşünmeyi hiç sevmemişimdir. Bilinmeyen korkutur beni. Hüznü veren geçmişi daha çok severim. Şimdiki zaman, istenilmiş olanla elde edilmiş olan arasında bir çeşit uzlaşmadan başka bir şey değildir. İnsan şimdiki zamanı olduğu gibi kabul eder ve ona ses çıkarmadan katlanır. Çünkü daha başka şeylerin de olduğu gibi ses çıkarılmadan katlanıldığı bilinmektedir. Ama yarın neyi kabul edeceğimizi ve neye katlanacağımızı kestirebilir miyiz?"

1822 yılında "Casimir" diye bilinen Francois Dudevant'la tanışır. Casimir güleç yüzlü, asker tavırlı bir gençtir. Sand onun şakacı mizacından hoşlanır. Casimir, Sand'a "yaman bir delikanlı" olarak görür. Belki de Casimir'i, Sand'la evlenmeye isteklendiren bu bakış açısıdır. Bir Sand'a gösterdiği ölçülü, güvenilir dostça tavırları... Sand, Casimir'in evlenme teklifini onaylarken bir aşık olarak davranmaz; mantığını kullanır, onun sevimli, iyi bir insan olmasıyla yetinir. Kararını verdiren aşk duyguları değil, hayatı boyunca sürecek olan mantıklı düşünceleridir. Sand'ın şu sözlerinden bunu anlayabiliriz:

"Gönlüm hiçbir vakit kafamın haberi olmayan bir şey yapmamıştır. Bedenimden gelen tedirginlik de hiçbir vakit doğru düşünmemi kösteklememiştir, hiçbir vakit insanların sözlerini kuşkuyla karşılamamı engellememiştir. Demek Casmir'in düşünceleri sevimli gelmişti bana."

Eylül 1822'de evlenirler; ama kısa süre sonra Sand evliliğin ona göre olmadığını anlar. Paris'in dışında oturdukları köy evindeki monoton yaşam, evliliği iyice çekilmez kılar. Sıkıntılı, iki kişiyi içeren tek kişinin yalnızlığı başlar. Sand'da hayattan iğrenme duygusu gelişir. Kendisini Casmir'in hayatını engelleyen ayak bağı gibi görür. Casmir de onun gelişiminin önünde engel olarak durur. Sıradan aile yaşamının, kuralların, görevlerin yükü Sand'ı mutsuzluğa iter. 1823'te ve daha sonra 1828'de doğuracağı çocuklar evlilik hayatını mutlu kılmaz. Kendini bir tutsak gibi görür. Evlilik, kadın için erkeğin gardiyan olduğu bir hapishanedir ona göre. Sand bu duyguyu nefretle yaşar. 1831 yılında "özgürlüğünü" kazanmak amacıyla karar verir. Kocasından, yılda ikikez üç ay Paris'te çocuklarıyla yalnız kalmak ve kendi geçimini ileride kendisi sağlamak için izin ister. Casimir bu isteğin geçici bir heves olduğunu, karısının bir süre sonra pes edeceğini düşünerek izin verir. Sand'ı tanımamıştır.
Sand çok az parayla Paris'e taşınır, bir evin ufak çatı katına yerleşir. Veresiye eşya satın alır, yoksul hayatı yaşamaya başlar. Firgaro gazetesinde işe bulur. Soğuk çatı katının elverişsizliğine aldırmayarak hem okur hem yazar. Günlük yaşamını ucuza getirebilmek için her şeyden kısıntı yapar. Bir kadın için kadın giysilerinin çok pahalı olduğunu düşünerek kendisine erkek elbisesi yaptırır; üzerine kadın mantosu giyerek dolaşır. Sanat çevrelerine girmeye başlar. Balzac'la tanışır. Bu arada ünlü eseri İndiana romanını bititir ve zar zor yayınlatır. Roman büyük başarı kazanır; böylece George Sand erkek takma ad kullanarak yazarlık dünyasına adım atmış olur.

1833 yılında ünlü Fransız yazarı Alfred de Musset ile bir akşam yemeğinde karşılaşır. O dönemde Musset yirmi üç, Sand yirmi dokuz yaşındadır. Ortak ilgileri olan edebiyat sayesinde aralarında dostluk ilişkisi gelişir. Musset, Casmir'in tersine romantik kişiliğe sahiptir. Dokunaklı, içtenlikli kişiliği şiirlerine yansır:

"Kalbime dedim ki, zayıf kalbime:
-Yetmez mi çektiğim bugüne kadar                                       
Değişe değişe süren acılar
Keder katmıyor mu kederleri me!...
Kalbim cevap verdi:
-Yeter ne demek,
Yetmez çektiğimiz bu güne kadar,
İşte bizi asıl bu yükseltecek!..."
kum saati

Şiirlerinde duygusallığa koşan Musset,aşk yaşamında da aynı şeyi yapar; aşkın pençesine bir anda esir düşer; Sand'a aşık olur. Aşkın şairi Musset artık kendi adına konuşur:

"Sevgili George, saçma ve gülünç bir şey söyleyeceğim size. Bunu o gezintiden dönerken söylemiş olmak yerine nedendir bilmem, yazıyorum işte aptalca. Bu akşam üzüleceğim yazdığıma. Açıkça alay edeceksiniz benimle, sizinle şimdiye kadar olan bütün ilişkilerimde, boş konuşanın biri olarak göreceksiniz beni.  Kovacaksınız, yalan söylüyorum sanacaksınız. Size aşığım ben. Evinize ilk geldiğim günden beri aşığım. Sizi dost olarak görürsem kolayca iyileşirim sanmıştım. Sizin karakterinizde çok şey vardı beni bundan kurtarabilecek. Elimden geldiğince kendimi buna inandırmaya çalıştım; ama sizinle geçirdiğim anlar bana çok pahalıya mal oluyor."

Sand, Musset'in yöneldiği aşk kapısını açık bırakır; onunla aşkı yaşamaya başlar. Ocak 1834 yılında birlikte Venedik'e giderler. Şubat ayında Musset tifoya yakalanır. Sand o günleri şöyle anlatır:

"Beni Musset'ye özen göstermeye iteleyen bütün bitkinliime rağmen bana umulmadık güç veren büyük bir dahiye karşı duyduğum saygı değildi sadece. Onun sevimli bir insan oluşu da şair tabiatlı insanın kalbiyle düş gücü arasında hiç eksik olmayan kimi atışmaların doğurduğu acılar da benim onun üzerine titrememe yol açmıştı. (...) Hastalığı atlattıktan sonra iyileşmesi de bir o kadar sürdü."

Musset tifodan hasta yatarken, Sand hastaya çağırdığı Dr. Pagello ile ilişki kurar. Musset iyileştiğinde Sand yaşadığı ilişkiyi kendi ağzıyla itiraf eder. Musset'in aşk dünyası başına yıkılır. Mart ayında Musset Venedik'ten ayrılır, Paris'e geçer. Sand, Pagello ile birlikte Ağustos ayında Paris'e döner. İlişki uzun sürmez anlaşamazlar. Pagello tekrar İtalya'ya döner. Sand, tekrar Musset ile yaşamaya başlar. Deprem yemi Sand- Musset aşkının yaşaması olanaklı olmaz; kesin olarak ayrılırlar. Aldatılan erkek veya kadın aldatılma acısını beyinlerinde unutmamacasına hep taşır. Yıkılmış bu aşkın değerlendirmesini Sand'ın Musset'ye yazdığı buluruz:

"Haklısın bizim kucaklaşmamız bir yasak aşktı, ama biz bilmiyorduk bunu. (...) Peki bu kucaklaşmaların lekesiz ve kutsal olmayan bir tek anısı var mı bizde acaba? (...) Sen ateşli olduğun ve sayıkladığın bir gün, sana aşkın zevklerini vermeyi hiçbir zaman beceremediğimden dolayı sitem etmiştin bana. O zaman ağlamıştım buna ben, şimdiyse bu sitemin içinde gerçek olan bir şeyin bulunmamasından hoşnutum. (...) En azından, başka kadınların kollarındayken beni anımsamayacaksın."

Sand Nisan 1835'te avukat Michel de Bourges ile tanışır ve onunla yeni bir aşka daha adım atar. 1836 yılı Temmuz ayında Casimir'den boşanır. Aynı yıl çocuklarıyla birlikte İsviçre'ye, tanınmış besteci, piyanist Franz Liszt ile birlikte yaşaan Marie d' Agoult'un yanına gider. 
Maria d' Agoult'un sevgilisi olan Litsz 1837 yılında otuz üç yaşındaki  Sand'ı, yirmi yedi yaşındaki "Piyano şairi" olarak anılan Frederic Chopin ile tanıştırır. Chopin, Sand tanıştıkları ilk gece ona hiç ilgi göstermez. Hatta onu kadın olarak görmez. Arkadaşlarına Chopin, "Ne biçim bir kadın bu! Gerçekten kadın mı? Bundan bile kuşku duyuyorum," der. Ama Sand onu yanıltır. Sand, Chopin'i gözüne kestirmiştir. Onun ilgisini çekmek için yoğun uğraşıya girer. Chopin'e o sıralar Alice adındaki başka bir kadın da ilgi göstermektedir. Alice, Sand'ın çocukluk arkadaşıdır. Güzeldir. Sand güzellik noktasındaki güçsüzlüğünü bilerek bir arkadaşına şöyle yazar:

"Bir çocukluk arkadaşıma karşı çarpışacak değilim; hele karşımdaki Alice gibi dürüst, güzel bir kadın olursa. Yalnız, şunu da düşünmeliyiz: Chopin'in mutluluğunu hangimiz sağlayabiliriz: o mu, ben mi?"

Duygusal Chopin sıcaklığa, şefkate muhtaçtır. Sand, güzelliğiyle değil, şefkatle onu etkilemeyi başarır. Şefkat aşkı doğuran ebelerden en iyilerinden biridir. Sand o sıralar birlikte olduğu avukat Bourges'ten ayrılır. 1838 yılının Ocak ayında Chopin'in aşkını kazanır. Aşkta ayrılık acısının iyileştirilmesinde veya zamandan başka çaresi yoktur ikisi için...Sand, Chopin'in aşkını ilaç olarak kullanır. Şubat 1839'da Sand ve çocukarı Chopin'le birlikte  Mayoka adasına taşınırlar. Eski bir manastırda yaşamak zorunda kalırlar. Kötü yaşam, hava koşulları Chopin'i hasta eder. Psikolojisi bozulur. Mutluluk beklentileri zehirli sarmaşık günler haline gelir. Chopin o zamanki durumu Sand'a şöyle anlatır:

"Geceleyin çocuklarımla manastırın yıkık köşeleri arasında yaptığım geziden döndüüm vakit onu gecenin onunda (10'nunda) piyanosunun başında, gözleri yabanlaşmış, saçları diken diken olmuş ve yüzünün rengi uçmuş bir halde bulurdum. Bizi ancak saniye sonra tanıyabilirdi. Bunun üzerine gülmek için kendini zorlar ve bize yeni bestelediği yüce parçaları çalardı. Daha doğrusunu söylemek gerekirse; çaldığı şeyler bu yalnızlık, bu can sıkıntısı, bu ürküntü saatlerinde sanki kendi haberi olmadan kafasından geçen korkunç ve yürek parçalayıcı düşüncelerini yansıtırdı."

Chopin'i güçlükle Paris'e getirirler. 1847 yazına kadar Sand ile ilişkileri inişli-çıkışlı sürer, sonuçta biter. Aşkın sevinçli mutlu günlerinde birbirlerini görmek için çırpınan eski aşıkların son kez karşılaşmalarını Sand şu sözlerle kaydeder ve aktarır:

"Chopin'i Mart 1848'de çok kısa bir süre için gördüm. Buz kesilmiş ve titreyen elini sıktım. Ona bir şeyler söylemek istiyordum, dinlemedi kaçtı. Artık beni sevmediğini söylemek sırası bana gelmişti. Ama onu bu acı sözleri duymaktan kurtardım."

Aşk başlangıçta iki insandan uyumlu tek insanı yaratır; bitişte ise uyumsuz iki parçaya böler. Otuz dokuz yaşında Chopin ölür. Ölmeden önce Sand ile ilgili şu sözleri bırakır:

"Sand iyi kalplidir, cömerttir, güzel bir ruhu vardır. Yalnız, kadın ruhu bu; kendisinin inanmak istediği gibi erkek ruhu değil. Ben onun ilerisini hüsranla, umut kırıklığıyla görüyorum."

Sand 1876 yılına kadar yaşar. Ölmeden önce hayattan anladığını şu cümlede özetler:

"Biz bir dereceye kadar kendi hayatımızı çizebiliyoruz, ondan ötesini başkaları çiziyor."

Sand aşka gerçekte şu sözüyle bakar: "Aşk, bir defa ayaklar altında çiğnendikten sonra bir daha doğrulamayacak kadar nazik bir çiçektir." Sand, hayatını sonradan yazarlıkta kullandığı ad ve soyadına uygun yaşadı. O bir kumdu...Hayat onu sadece cam faunus içine yerleştirmişti. Kum bittiğinde yaşamın şimdiki anı içinde ölçülmüştü....

Kaynakça: Sand, George, Hayatım, Milliyet Yayınları, 1971


















11 Ağustos 2016 Perşembe

Hiçbir şey Kalpleri Birbirine Bağlamaz/ Herzen

Rus İvan Yakolev Almanya'ya geziye gider; orada 16 yaşındaki Henrietta ile tanışır, hoşuna  giden bu kızı kaçırıp Rusya'ya getirir ve onu metresi yapar. 1812'de bir çocukları olur, adını Alexsandr Herzen koyarlar. Özgürlüğü özleyerek büyüyen Herzen özgürlük kavgasına atılır. Demokratik düşüncelerinden dolayı siyasete karışır. 1834'de tutuklanır, dokuz ay hapis yatar sonra sürgüne gönderilir. İvan Yakolev zevk düşkünü varlıklı bir kardeşi vardır; serf kadınlarından oluşan harem kurmuştur.  Haremdeki köle kadınlardan biri 1817'de Natelie'yi dünyaya getirir. Herzen'den beş yaş küçük olan Natelie onu ağabeyi gibi görerek büyür. Onları birbirlerine yaklaştıran öncelikli etken kardeş babalarının gayrimeşru çocukları olmalarıdır.

1836 yılında Herzen sürgündeyken başlayan yazışmalardan bir ''mektup aşkı"doğar. Herzen siyasi hedefleri olan bir adamdır; aşk onun kuvvetlendiricisidir. Oysa Natelie için aşk her şeydir; ona göre hayatın amacı aşık olarak ölünceye kadar yaşamaktır. Natelie yalnızca yüreğiyle yaşayan, en büyük tutkusu ''sevmek" olan bir kızdır. Herzen ise hem beyni, hem yüreği için yaşayan bir gençtir; sadece aşk ona yetmez. Aşk sadece cinsiyetler arasında ortaya çıkmaz. İnsan özgürlüğe de aşık olabilir. Herzen gibi...

1838 yılında birbirine romantik biçimde aşık olan Herzen ile Natelie evlenirler. Mutlu günler yaşarlar. 1840 yılında mutlulukları bölünür; Herzen Rus otokrasisi tarafından bir yıl sürgüne gönderilir. Herzen sürgünden, toplumu yöneten baskıcı iradeye karşı içinde nefret taşıyarak döner. 1846'da Herzen'in babası ardında büyük bir servet bırakarak ölür. Böylece Herzen Rusya'dan kaçıp yurtdışına gitme olanağına sahip olur.

Bu arada Natelie-Herzen aşkından üç çocuk doğurmuştur. Aşkın üzerindeki ateş yavaş yavaş soğuma başlamıştır. Ayrıca Herzen, Natelie'nin hamilelik dönemlerinin birinde, güzel bir hizmetçi kızla yakalanmıştır; aşkın üzerine "aldatma ihanetinin" gölgesi düşmüştür. Ama alışkanlığın yarattığı sevgi, çocuklar, onları bir arada tutar. 1846 yılının ortasında Natelie, Herzen'e şöyle yazar:

"Şimdi sakin limana ulaştık. Evet Alexander, romans bizi terk etti. Artık çocuk değiliz. Yetişkin insanlar olduk. Daha derin, daha berrak görüyoruz, duygularımız daha basit...
Yaşamaktan ve idollerimize tapmaktan sarhoş olduğumuz gençliğimiz, geçmişin bizi alıp götüren, kendimizden geçiren heyecanları artık yok. Hepsi uzaklarda, geride kaldı. Seni hep üzerinde görmeye alıştığım kaideyi ve başının etrafındaki kutsal haleyi artık göremiyorum. Kayan bir yıldıza bakıp seni düşündüğüm anda senin de beni düşündüğüne artık inanmıyorum."


Bu sözlerden anlaşılır ki, Herzen- Natelie aşkı evlilik kurumunun zincirleri altında heyecanını yitirmiş, olağan bir mutsuzluğa dönüşmüş, duygusal boşluk ortaya çıkmıştır. Aşk duygusal boşluk tanımaz, balon gibi söner.

Ocak 1847'de Herzen-Natelie ve çocukları yurtdışına çıkarlar. İki aylık bir yolculuk sonrası Mart 1847'de Paris'e varırlar. Altı ay gibi kısa bir süre kalıp İtalya'ya yerleşirler. İtalya'da Rus aristokratlarından olan Aleksis Tuchkov'un ailesiyle tanışırlar.  Tuchkov ailesinin 18 yaşındaki kızları Natelie ile Herzen'in karısı Natelie arasında aşk başlar. Herzen, Tuchkov ailesiyle birlikte Paris'e dönerler. İki Natelie arasındaki aşk burada da devam eder. Küçük Natelie ailesiyle birlikte Ağustos 1847'de Rusya'ya döner; ama aralarındaki aşk mektupları varlığını sürdürmeye devam eder. Natelie Herzen'in, küçük Natelie mektubunda aşkını sunar:

"Sen gideli ruhum, dalı kesilmiş bir ağaç ne hisserderse onu hissediyor; baygın, hissiz, aptalca bir ağrı. (...) Evet! Sana müthiş aşığım. Mektupların aşkımı aydınlatıyor. Beni mutlu ediyor ve artık beni sevmesen bile mutlu edecek. İtalya'da yeniden doğdum. Ne kadar güzel günlerdi." 

Alman şair George Herweng yazdığı politik şiirler sayesinde 1841-1842 yıllarında şöhrete kavuşur. 1843 yılında Berlinli zengin tüccarın kızı Emma ile evlenir. Bir süre İsviçre'de yaşadıktan sonra Paris'e taşınırlar. Bakunin, Herwengh ile Herzen tanışırlar. İlerleyen zamanda iki aile arasında 1849-49 yıllarında sıkı dostluk gelişir. Herweng kadınların ilgisini çeken yakışıklı  bir adamdır, ayrıca duygusal bir yapıya sahiptir. Bu arada Herwengh-Emma çifti üçüncü çocuklarının dünyaya gelmesini beklemektedir. Evlilikleri içsel sorunlar barındırır. Herzen onlara hem maddi hem manevi dostluk gösterir; yardım eder. Herzen'in karısı Natelie ile Emma arasında da arkadaşlık kurulur. Natelie, Emma'nın sorunlarını bilmektedir; ancak Emma'yı değil Herwengh'i desteklemektedir. Bir kadının kadını destekler gibi görünmesi ya da arkadaşlık kurması zayıf yönlerini bilme duygusundan geçer; nitekim Natelie de böyle yapar.

Fransız polisiyle başı derde giren Herzen apar toar Cenevre'ye kaçmak zorunda kalacaktır. Herwen kısa bir zaman sonra dostluk gösterisinde bulunmak amacıyla Natelie'yi de yanına alarak Cenevre'ye doğru yola çıkarlar. Emma'yı Paris'te çocuklarla yalnız bırakarak...Bu arada Herzen Cenevre'de ev tutmuş, hep birlikte yaşamaya başlamışlardır. Herzen politik işlerle, kitap yazmakla uğraşır. Natelie, karısından ayrı kalan Herwengh'i teselli etmeye başlar, yalnızlıklarını paylaşmaya başlamıştır. Ağustos 1849'da artık gizli bir aşk doğmuştur. Herwengh-Natelie aşkı büyürken, Herzen yanı başındaki aşktan habersizdir. 
1849 Aralık ayında Herzen Paris'e gider, Emma'yı ziyaret eder. Emma'dan kocası hakkında duyduğu sitemlere şaşırır kalır. Bu arada Natelie'den Paris'e gelen mektuplarda Herwengh övülmektedir Emma'ya...Herzen'in aklına kuşku düşer; olumsuz kuşku canavarı bir kapıdan girdi mi tüm benliği paramparça eder. Herzen huzursuzluğun kasırgasına kapılır. Natelie'ye soğukkanlı; kuşkularını açıkca ortaya koyacak mektubu yazar, Ocak 1850. Natelie ya yalan söyleyecek ya gerçeği söyleyecektir:

"Düşündüm, düşündüm: Neden? Ve ağladım, ağladım. Belki bütün suç bende, belki yaşamaya layık değilim.Fakat, eskiden akşamları seninle başbaşa kaldığımız zaman hissettiklerim hiç değişmedi. Kendime karşı ve tüm dünya huzurunda masumum, kalbimde hiçbir utancın lekesini taşımıyorum."

Herzen'in kuşkuları bu mektuptan sonra daha da artacaktır. Ortacılığın, gerçeklerin şu ya da bu yanını örtmek ihtiyacından doğduğu bilmektedir. Natelie'ye mektubunda şöyle yazar:

"Mektubunda bana yabancı gelen değişik bir ses var; kederin değil, başka bir şeyin sesi...Gelecek henüz bizim ellerimizde ve sonuna kadar gidecek cesarete sahibiz. Eskiden kalbimize acı veren sırları birbirimize açtığımızı hatırla; ya Herweng'in aramızdaki uyumu bozan yanlış ses olduğu ortaya çıkacak, ya da benim..."

Natalie çıkmaz sokağa girmiştir. Ne Herwengh'i gözden çıkarmak ister, ne de Herzen'i. Mektuplarla Herzen'in kuşkularını dağıtmasının olanaksız olduğunu anlayan Natelie Paris'e gitmeye karar verir. Herzen'i ikna etmenin yolu onun yanında olmaktır. Paris'e hareket eder, Herwengh'e, Herzen'in hasta olduğu söyler. Natelie'yi karşısında gören Herzen yumuşar. Aralarında eskisi gibi ilişki başlar; Natelie bir ay sonra hamile kalır Herzen kendince huzura kavuşmuştur. Üstelik Natelie, Herzen'in, Emma'yı savunan tutumlarını destekler. Herweng'e mektup bile yazar:

"Emma'nın kederli halinden o kadar etkilendim ki, ne büyüleyici mektubun için sana mektubun için sana teşekkür edebiliyor, ne de dilediğim gibi cevap yazabiliyorum. Mektuplarını bize getiren o'dur bizzat o. Ellerinde su dolu bardaklarla karşınsında duranları seyrederken susuzluktan ölen birini düşün- bu hayal sende nasıl etki yaratıyor? Şimdi de elinde bardak olan kişinin duygularını anlamaya çalış- bu benim dayanamayacağım işkencedir."

Bu mektup üzerine Herweng karısı Emma'yı Şubat 1850'de Paris'ten Zürih'e çağırır. Sekiz aylık ayrılık sonrası karı koca ilk kez yüz yüze karşılaşırlar. Emma, Herwengh'i içine kapanık dünyasında küskün halde bulur. Kocasının iç dünyasında ruhsal fırtına yaşadığını anlar; onu itirafa zorlar. Herwengh üç hafta dayanır; sonunda Natelie ile yaşadığı aşkı itiraf eder. Herwengh'in acıklı "beni bırakma" yalvarışlarının etkisi altında kalan Emma, Herwenh'i affeder. Emma, Natelie- Herwengh aşkının geçici olduğu düşünür.

Devam edecek...

Kaynakça: Carr, Edward Hallet, Romantik Sürgünler 





18 Ocak 2016 Pazartesi

GELECEK, GEÇMİŞİN YANSIMALARIDIR

Napoleon Bonaparte Fransa'ya bağlanmış Korsika Adası'nın Ajaccio kasabasında 15 Ağustos 1769'da doğar. 1779'da Brienne Askeri Okulu'na girer. 1785'te üstteğmen olur. Yirmi dört yaşında general rütbesine erişir. 7 Ekim 1795'te Paris'te isyan çıktığında Kara Kuvvetleri Kumandanı olarak isyanı bastırır. 9 Ekim 1795'te hükümet Paris ve çevresindeki bütün silahların edilmesi kararını alır. Bu kararın en önemli getirisi Napoleon'a aşkı getirmesidir. Evet. Savaşların güçlü kumandanın aşk çemberinde gücünü gösterememiştir. Girdiği savaşlar kadar da hayatına kadın girmiştir. En önemlisi tutkuyla bağlı olduğu Josephine'dir.
Aşkla bağlanabildiği bu kadın 1763 yılında doğmuş olan Josephine 1779'da zengin Beauharnais ile evlenir ve Paris'e taşınırlar. Bu evlilikten iki çocukları olur. Bu evlilik uzun sürmez 1785'te ayrılırlar.  General olan Baurharnais 1794'te öldürülür. Josephine genç, güzel, çok şık giyinen kadındır. İki çocuğuna bakmak zorunda olan Josephine devlet yöneticilerinden dostluklar edinerek rahat yaşam sürer. Hükümetin önemli kişilerinden olan Barras'ın sevgilisidir. 9 Ekim 1795'te Napoleon'un 'silahların teslim edilmesi kararını'  çıkarttığında, Josephine'in on dört yaşındaki oğlu, Napoleon'un huzuruna çıkarak öldürülmüş babasının kılıcını teslim etmeme izni ister. Napoleon bu isteği kabul eder. Gösterilen bu anlayışa Josephine teşekkürlerini sunmak için Napoleon'un huzuruna çıktığında geçmişi geleceğe, geleceği geçmişe bağlayan aşk tohumları toprağa düşmüştür.
Napoleon Josephine kalbini gösterir. 1795'te kalemi kaptığı gibi aşk mektubunu kaleme alır: ''Seninle dopdolu uyanıyorum. Yüzün dün akşamın o insanı sarhoş eden anısı duyularımı bir an bile rahat bırakmadı. Tatlı ve eşssiz Josephine, kalbimde ne garip etki yaratıyorsunuz siz!'' yazar. Bu Napoleon için yeterli değildir. Aşkını güvene almak ister. 1796'da tanışmalarından beş ay sonra Mart ayında resmi olarak evlenirler. Josehine 33 yaşında, Napoleon 27 yaşındadır. Evliliğin hemen ardından Napoleon  İtalya'ya doğru yola çıkar. Mart 1796'lı tarihli mektubunda şöyle seslenir Josephine: '' Ruhum üzgünüm: Yüreğim köle olmuş ve hayal gücüm beni korkutmakta. Beni az seviyorsun. (...) Bir gün gelecek artık beni hiç sevmeyeceksin; söyle bana bunu; hiç değilse acıyı hak etmeyi başarayım...'' sözleriyle güvene almaya çalıştığı evlilikten ilk şüphe kıvılcımlarını yakmıştır. Yine aynı mektupta şöyle seslenir Josephine: '' 'Seni daha az seviyorum' diyeceğin gün, aşkımın ya da yaşamımın son günü olacak.'' Napoleon sevildiğini duymak istemektedir. Her sevgide olduğu gibi, kendi benliklerine güvenlerini, sevdiğinden gelecek sevgi sözleriyle güçlendirmek, yüceltmek isterler. 

Gerçek olan sevgide karşı tarafı konuşturabilmenin bir yöntemi de tersinden konuşmaktır: sevdiğini bildiği halde sevilmediğini söylemektir. Josephine'de gizlice bu taktiği  Napoleon'a uygular. Josephine yazdığı mektupta sevilmediğini söyler. Napoleon sevgisine inandırmaya 1796 Nisan mektubunda Josephine inandırma çabalarını şöyle kaleme alır: '' Saadetim, senin mutlu olman; sevincim senin neşeli olman;zevkim, senin zevk içinde yaşaman. 

Hiç bir kadın böyle bir bağlılıkla, böyle bir ateşle, böyle bir aşkla sevilmemiştir.'' Josephine'den uzakta olan Napoleon bu mektupla da yetinmez. Aşkını ispat etmeye çalışır. Sevgi savunusunu da savaşlardaki cephelere benzetir. Geniş bir cepheye yayar. En iyi savunma aracı saldırıdır. Alınganlık temeline oturmuş eleştirel saldırı, karşı taraftan hem ilgiyi isteme, hem onunla ilgilendiğini göstermeyi amaçlar. Sonuçta insan doğasında olduğu gibi hiç bir varlıkta önemsemediğini eleştirmez. İnsan önemsediğini eleştirir. Kadınların ruhunun altında bu yatar. Napoleon az mektup yazdığını, kıskançlık duygularını yansıtarak karşı saldırıya geçer: ''Hayatım, nasıl mahzun olmayayım? Senden mektup yok; ancak dört günde bir mektubunu alabiliyorum, halbuki beni sevseydin günde iki defa yazardın; tabii, sabahın onunda ziyaretine gelen sayın baylarla gevezelik etmek, sonra gecenin birine kadar oturan bir sürü uçarı çapkının saçmalarını dinlemek lazım.(...) Josehine, sen benim için anlaşılmaz varlıksın...'' Bu mektup Josephine'yi yaralar Napoleon'a üzüntülerini belirten mektup kaleme alır Mayıs 1796. Napoleon iyi bir aşık olduğunu göstermek için avutucu sözler yazar: ''Çok değiştiğimi yazıyorsun bana. Mektubun kısacık, hüzünlü ve titrek bir yazıyla kaleme alınmış. (...) Ah! Köyde kalma sakın. Kentte ol. Eğlenmeye çalış. Ruhum için, senin keyifsiz ve üzüntülü olduğunu düşünmekten daha gerçek acılar bulmadığına inan.(...) Neşelen, memnun ol ve benim mutluluğumun seninkine bağlı olduğunu bil. Eğer Josephine mutlu değilse, eğer ruhunu hüzne, bezginliğe terk ediyorsa, demek ki beni sevmiyor.'' sözleriyle hem teselli eder, hem karşı savunmayı aşk cephesinde  yaymaya devam eder. 
Napoleon, Josephine'i Milano'ya davet eder ama Josephine, söz verdiği tarihte gelmez. Mektup da göndermez. Napoleon'un yüreğinden çıkmayan şüpheler ateşlenmiştir. Josephine'in onu sevmemektedir, belki de başka birini buldu diye düşündüğü kalbini masaya yatırdığı otopsi dönemlerine girer. Geçmiş gözden geçirilmelidir. Önceden fark ettiği ama önemsemediği görmemezlikten gelinen ne varsa otopsi masasındadır artık...
''Bana öyle geliyor ki sen seçimini yaptın ve benim yerime koymak için kime başvuracağını biliyorsun. Sana mutluluklar diliyorum, elbette vefasızlık mutluluğa ulaşabilirse... İhanet demiyorum...Sen beni asla sevmedin. (...) Benim mutsuzluğum seni az tanımış olmak. Seninki de beni, çevrendeki erkeklerden biri olarak yargılamış olmak.'' sözleriyle kaleme alır.

Napoleon, güvenmediğini şüpheli duygularını yansıtır Josephine.  Aynı mektubun sonuna doğru ise: ''Elveda Josephine, Paris'te kal, artık bir daha yazma bana ve en azından sığınağıma saygı göster. Binlerce hançer kalbimi parçalıyor. Sen de onları daha derine batırma. Elveda, mutluluğum, yaşamım, yeryüzünde benim için varolmuş olan her şey.''  Artık sevilmediği duygusuna kapılan hezeyan yaşayan Napoleon üstünde geçmiş izleri yeniden canlanmıştır. Josephine'i, Napoleon'a çeken aşk değil gücü içindeki iktidar, zenginlik, ihtişam önemli rol oynadığı düşünülebilir...Josephine'in hasta olduğunu bir kaç gün sonra Milano'da haber alan Napoleon'un şüpheleri, geçmişin izlerini ortadan kaldırır. Sevgisini yeniden canlandırır. Haziran 1796'da kaleme aldığı mektupta içine kapıldığı duyguları affettirmek istercesine şöyle kaleme alır: ''Duyduğum ıstırap yüzünden belki sana çok acı şeyler yazdım. Eğer mektuplarım seni üzdüyse, yaşadıkça teselli bulamam.(...) İşte o zamandan beri anlatılmayacak haldeyim! (...Her şeyden önce sana yazdığım çılgın, saçma mektuplardan dolayı beni affet. İyileştiğin zaman göreceksin ki, ruhumu yakan ateş bana yolumu şaşırtmış. '' yazar ama bu duyguları çok uzun sürmeyecektir. Kıskançlık duyguları yine kapısını çalacaktır. Ekim 1796'da şöyle seslenir Josephine: '' Mektupların soğuk, tıpkı elli yaşı gibi. On beş yıllık evliliğe benziyorlar. (...) Beni sevmemek mi? Eh! Zaten bunu yaptınız! Benden hoşlanmamak mı? Eh, bunu da ben dilerim. Her şey küçük düşürür insanı, tiksinme dışında.''  

Napoleon sevgisi nedeniyle küçük düştüğünü, karşılık almakta zorlandığını anlamıştır. Bir sonraki mektubunda Kasım 1796'da şöyle seslenir Josephine: ''Artık seni hiç sevmiyorum; aksine nefret ediyorum. Kötüsün, beceriksizsin, anlayışsızsın, tam bir külkedisisin.'' yazar. Josephine iktidar, güç, servet isteyen bir kadındır. Ama aynı zamanda aşk da! Dünya nimetlerini sunan Napoleon, Josephine'i de severek kabul eder.  Napoleon'un toplumsal konumu onu istediği kadına ulaşabilmesini olanaklı kılmaktadır. Kullanmak için karşı çıkmaz da...Napoleon Mısır'da toprak işgal etmekle uğraşmaktadır. Josephine ise bir subayla...Napoleon, Josephine duyduğu güveni çoktan yitirmiştir. Josephine'in ise aşksal güveni ne zaman yitirdiğini bilmek zordur. Evlilik kendini korumaya devam eder ancak aşk ortadan kalkmıştır. Evilik, Napoleon için imparatorluk adına sürdürülmesi ve korunması gereken kurumdur. 
Aslında Napoleon kurduğu sistemin ve kendisinin çıkarı için Josephine'den boşanması gerektiği bilir. Resmi evliliğinden Josephine bir çocuk vermemiştir. Sorun imparatorluk mirası nasıl devam edeceğidir. Bu sorunu gündemine alan Napoleon için vakit erkendir, çünkü geriye haksızlığa uğramış bir kadın bırakmak istemez. Halkın gözünde adaletli bir imparator olmak önemlidir, onun için... 4 Kasım 1804'te yaptığı konuşmada belirtir: ''Hak yerini bulsun diyerektir ki boşanmak istemedim, menfaatim, kurduğum sistemin menfaati yeniden evlenmemi emrediyordu. Fakat şöyle düşündüm: 'Yükseldim diye bir kadıncağızı nasıl kapı dışarı ederim!' Hayır, bu gücümü aşıyordu.'' der
Josephine imparatoriçe olur; fakat ayaklarının altından sahip olduğu güç kaymaya başlar. Doğanın keskin kılıç kanunu her şeyden keskindi.  Napoleon'un aşk sorunlarını başka kadınlar çözebilirdi ama miras sorunlarını çözemez. 15 Aralık 1809'da aile konseyinde boşanma nedeni açıklar: '' Yıllar var ki sevgili eşim İmparatoriçe Josephine'le evlilik hayatımda, çocuklarım olması ümidini kaybetmiş bulunuyorum.
İşte bundan dolayı kalbimde yer eden en güzel duyguları feda edip, yalnızca Devlet menfaatini düşünmeye ve evlilik bağımızın bozulmasını istemeye karar verdim.'' açıklamasında bulunur. Josephine son mektubunda emredici nitelikte ve yılların verdiği şüpheli aşk parodilerini kelimelere dökerek şöyle seslenir: '' Sevgilim, seni gerektiğinden halsiz buldum. Metin davrandın; avunmak için gerekli cesareti de kendinde bulmalısın; benliğini uğursuz melankoliye kaptırmamalısın; memnun görünmeye ve bilhassa benim için çok kıymetli olan sıhhatine özenmeye çalışmalısın. (...) Düşün ki ben öyle istiyorum.''der
Böylece acı çekmeyecektir Napoleon...
Alıntı: Abury, Octave, Napoleon'dan Ölmez Sayfalar, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...