Sosyal medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sosyal medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Aralık 2016 Perşembe

CESUR YENİ MEDYA

Henry Jenkins, 4 Haziran 1958 yılında ABD'de dünyaya gelmiştir.

Siyaset Bilimi ve Gazetecilik alanında eğitimler almıştır.

Georgia State University , University of Iowa , Wisconsin-Madison University eğitimlerini sürdürmüştür.

Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde akademik hayatına devam etmektedir.

Yayımlanan ve en fazla bilinen eserleri: "Teorileri Transmedia Hikaye ", " Yakınsama Kültürü " ve "Yeni Cesur Medya"dır.

Cesur Yeni Medya'nın tarihsel benzerliklerine değinmek gerekir. Jenkins'in neden 2016 yılında yayımladığı eserine "Yeni Cesur Medya" adını vermiştir? Shakespeare'in "Fırtına" adlı eserinde V. Perde 1.Sahne sayfa 183'te "Miranda " isimli karakterin "Hey cesur yeni dünya" şeklindeki repliğine göndermeli Aldous Huxley'in  kitabının adıdır. Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya romanının konusu: 26. Yüzyılın Londra’sında geçmektedir ve distopik bir atmosfer mevcuttur. Toplum üreme teknolojisi, öjenik ve uykuda öğretim yani hipnopedi sayesinde toplum değiştirilmiştir. Jenkins'inin, "Cesur Yeni Medya" eseri, uluslararası politik sistem, uluslararası ekonomik yapı bağlantılarını, uluslararası medya sektörünün küreselleşme bağlamında kurumsal yapıların "alt yapı ile üst yapı"nın  yakınlaşmasını kaleme almıştır.  Kültürel bağlamda, sosyal medyanın, kitle ve/veya popüler kültürün halk kültürüne dönüşebilme süreçlerini tarihsel örneklerden yola çıkmıştır. 



Kitabın Ana Fikirleri:

Yakınlaşmanın Sunağında İbadet

Öncelikle medyadaki Değişimi Anlamak İçin Yeni Bir Paradigma sunuyor.
Cesur Yeni Medya, sosyal medya üzerine geliştirilen üç kavram arasındaki ilişki hakkında açımlamalar yapar: Medya yakınlaşması, Katılımcı kültür ve Kolektif zeka.
Yakınlaşma ile içeriğin çeşitli medya platformları üzerinden akışını, çeşitli medya endüstrilerinin işbirliğini ve istedikleri türlü eğlence deneyimi arayışıyla neredeyse her yere gidebilecek medya izleyicilerinin göçebe davranışından söz ediliyor.
Yakınlaşma, kimlerin konuştuğuna ve ne hakkında konuştuklarını sandıklarına bağlı olarak teknolojik, endüstriyel, kültürel ve sosyal değişiklikleri tanımlayabilen bir sözcüktür.
Medya yakınlaşması dünyasında önemli hikaye anlatılır, her marka satılır ve her tüketiciye çeşitli medya platformları üzerinden kur yapılır.
Medya içeriğinin- farklı medya sistemleri, rekabet halindeki medya ekonomileri ve ulusal sınırlar üzerinden- dolaşım ağırlıklı olarak tüketicilerin aktif katılımına dayanır. Yazar, yakınlaşmanın esasında aynı aygıtlarda muhtelif medya işlevlerini  bir araya getiren teknolojik süreç olarak anlaşılmasına da karşı çıkar.
Yakınlaşmayı bunun yerine, tüketicilerin yeni bilgiler aramaya ve dağınık medya içerikleri arasında bağlantılar kurmaya teşvik eden/edilmesiyle kültürel değişimi temsil eder. İzleyicilerin yeni medya sisteminde rol almalarını anlatır.

Katılımcı kültür tabiri eski pasif anlamda medya izleyiciliği kavramlarına tezattır. Medya yapımcıları ve tüketicilerden farklı rollerle meşgul oluyorlarmış gibi bahsetmektense, onları yeni kurallar dizinine göre birbirleriyle etkileşime giren katılımcılar olarak görülür. Tüm katılımcılar eşit olarak yaratılmadığı tezi savunulur. Şirketler hatta kurumsal medya içerisindeki bireyler- hala bireysel tüketicilerden ve hatta tüketicilerin toplamından daha fazla güç ortaya koyarlar. Bazı tüketicilerin gelişmekte olan bu kültüre katılım için daha fazla beceriye sahip olduğu yönünde düşünce vardır. Yakınlaşma, ne kadar sofistike hale gelirlerse gelsinler, medya aygıtlarıyla gerçekleşmediği yönünde belirtilir.


Yakınlaşma, bireysel tüketicilerin beyinlerinde ve onların diğerleriyle sosyal etkileşimiyle meydana gelecektir. Hiçbirimiz her şeyi bilemeyiz; her birimiz bir şeyler biliriz ve kaynaklarımızı toplayıp becerilerimizi birleştirirsek, parçaları bir araya getirebiliriz. Kolektif zekâ medya gücünün alternatif kaynağı olarak görülebilir. Yakınlaşma kültürü içerisinde günlük etkileşimlerimiz sayesinde bu gücü kullanmayı kullanıcıların öğrendiğini belirtir. An itibarıyla bu kolektif gücü çoğunlukla eğlence hayatımızda kullandığımız ve yine ancak yakın zamanda bu becerileri daha “ciddi” amaçlar için kullanılacağını ön görüyor yazar. Kitap aynı zamanda din, reklam, eğitim, siyaset, eğitim ve hatta ordunun işleyişini nasıl değiştireceğini de incelemektedir. 

Kitabın İncelenen Ana Bölümleri:
Cesur Yeni Medya yedi bölümden oluşmaktadır. Bölümlere dair geniş temalı fikir sunacak içerik bilgileri bölümler halinde verilmiştir.


1           1. Bölüm:

“Survivor”a odaklanır ve “ American Idol” etrafında döner. Birinci bölüm, okuyucuları “Survivor”ı spoil edenlerin- yayınlanmadan önce programın birçok sırrını gün ışığına çıkartmaya çalışmak için bilgilerini birleştiren bir grup aktif tüketici- az bilinen dünyasına yönlendiriyor. “Survivor”u spoil etmek, burada bihassa işbaşındaki kolektif zekaya canlı bir örnek olarak verilir. Bilgi toplulukları ortak entelektüel ilgileri etrafında oluşur; üyeleri genellikle geleneksel bir uzmanlığın bulunmadığı alanlarda yeni bilgiler oluşturulmak üzere birlikte çalıştıklarına dikkat çekilir. Bilginin arayışı ve değerlendirilmesi bir anda müşterek ve muhalif haline geldiği belirtilir. Bu bilgi topluluklarının nasıl çalıştıklarını tespit etmek, günümüzdeki medya tüketiminin sosyal doğasını daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak bilgileri içerir. Ayrıca medyanın yakınlaşması çağında bilginin güce nasıl dönüştüğünün iç yüzünü göstermek amaçlı bilgiler içeriyor.


2         2.Bölüm:

Reality TV olgusu gözden geçirir.  “American Idol”ı, “Duygusal Ekonomi” tarafından reality TV’nin nasıl şekillendirildiğini anlamaya çalışarak medya sektörünün bakış açısını incelenir. TiVo- ve VCR’ların çağında otuz saniyelik reklamların düşen değeri, Madison Avenue’yu tüketici halkla bağlantısını tekrar düşünmeye zorlar. Bu yeni “duygusal ekonomi” , şirketleri, markalarını sektörün içinden tabiriyle “aşk markalarına” (lovemark) dönüştürmeye ve eğlence içeriği ile marka mesajları arasındaki çizgiyi silikleştirmeye nasıl teşvik ettiği açımlanır. Duygusal ekonomi mantığına göre ideal tüketici aktiftir, duygusal olarak bağlıdır ve sosyal ağdadır. Reklamı izlemek veya ürünü tüketmek artık yeterli değildir; şirket, izleyicileri marka topluluğunun içine davet eder.  Ancak bu tür bağlantılar daha aktif tüketimi teşvik ederken, bu topluluklar aynı zamanda marka bütünlüğünün koruyucuları ve böylece bağlılıklarını sunmak istedikleri şirketlerin eleştirmenleri haline de gelebileceklerini açımlar. Her iki durumda da üreticilerle tüketicilerin franchiseların yaşamlarına katılım davetine uymak istemesinden ötürü kopmakta olduğunu belirtir. “American Idol”ın de, hayranların katılımlarının marjinal olmasından ve yapımcıların rekabetin sonucu şekillendirmekte fazlasıyla aktif bir rol oynamasında korktuklarına vurgu yapar. Katılım ne zaman müdahale etme haline gelir? Ve diğer üreticiler eğlence deneyimi üzerinde ne zaman aşırı güç uygularlar?

3           3.Bölüm:

“Matrix”in transmedya anlatılıcılığı üzerinde durulur. Transmedya  hikaye anlatıcılığı, tüketiciler üzerinden yeni talepler yaratan ve bilgi topluluklarının aktif katılımına bağlı medya yakınlaşmasına bir karşılık olarak doğmuş yeni bir estetiğe dikkat çekilir. Transmedya hikaye anlatıcılığı dünya yaratma sanatıdır. Kurgusal bir dünyaya bütünüyle deneyimlemek için tüketicilerin avcı ve toplayıcı rolüne bürünmesi, medya kanalları arasında hikaye parçalarının izini sürüp bulması ve çevrimiçi tartışma grupları aracılığıyla birbirleriyle notların karşılaştırılması, zaman ve çabalarını ortaya koyan herkesin daha zengin bir eğlence deneyimi elde etmesini sağlamak üzere işbirliği yapması gerektiği belirtilir. Üç “Matrix” filmini yazan ve yöneten Wachowski Kardeşler’in transmedya hikaye anlatıcılığını çoğu izleyici üyenin hazır olduğundan daha öteye götürdüğü savunulur.

           4.Bölüm:

Dördüncü bölümde, George Lucas’ın mitolojisini kendi fantezileri ve arzularını tatmin etmek üzere aktif bir biçimde yeniden şekillendirilen “Yıldız Savaşları” hayranı film yapımcıları ve oyuncularıyla ilgilenir. Hayran kültürleri burada kitle kültürünün içeriğine karşılık olarak eski halk kültürü sürecinin yeniden canlandırılması  olarak anlatılır.

         5. Bölüm:

Harry Potter üzerindeki belirli mücadele üzerinde düşünmek için odak noktasını katılım politikasına doğru genişletir. Harry Potter hayranları ile J. K. Rowling’in kitaplarının film haklarını satın alan Warner Bros. Arasındaki çekişme ve kitapların muhafazakar Hıristiyan eleştirmenleri ile o kitapları, genç okuyucuları cesaretlendiren araçlar olarak gören öğretmenler arasındaki çekişmeleri anlatır. Geleneksel bekçilerin yok olmasına ve fantezinin günlük hayatlarımızın pek çok farklı kısmına yayılmasına karşı birtakım tepkileri detaylandırıyor.  Bir taraftan muhafazakar Hıristiyanlar temel sosyal ve kültürel değişimlerin karşısında daha geleneksel otoriteyi yeniden ileri sürerek medya yakınlaşması ve küreselleşmeye karşı nasıl hamle yaptıklarına değiniyor. Diğer bir yandan da, bazı Hıristiyanlar medya okuryazarlığı eğitimine özgün yaklaşım geliştirerek ve Hıristiyanlığa çekilmiş hayran kültürlerinin ortaya çıkmasını teşvik ederek yakınlaşmayı kendi medya destek biçimi olarak benimsendiğini belirtiyor.
Bu beş bölüm boyunca, köklü kurumların modellerini nasıl tabandan gelen hayran topluluklarından aldıklarını ve medya yakınlaşmasını ile kolektif zeka çağı için kendilerini nasıl yeniledikleri- reklamcılık sektörünün tüketicilerin markayla ilişkisini nasıl tekrar gözden geçirmeye zorlandığını, askeriyenin sivillerle ordu mensupları arasındaki iletişimi yeniden yapılandırmak üzere çokoyunculu oyunları nasıl kullandıklarını, pek çok kişinin yazar olmaya başladığı çağda hukukçuların “adil kullanım”ın ne anlama geldiğini nasıl anlamaya çalıştıklarını, eğitimcilerin yaygın eğitimin değerini nasıl tekrar değerlendirilmekte olduğunu, bazı muhafazakar Hıristiyanların popüler kültürün yeni biçimleriyle nasıl uzlaştıkları gösterilmeye çalışılmıştır.


6          6.Bölüm:

Demokrasiyi daha katılımcı duruma getirmenin ne getirebeceğini inceler yazar. 2004 başkanlık seçimlerine bir bakış açısı önermek üzere yakınlaşma hakkındaki fikirlerini uygulayarak popüler kültürden kamusal kültüre dönecek olduğunu vurgular. Sürekli olarak, vatandaşların haberler ve siyasi açıklamalardan çok, popüler kültürden daha iyi hizmet görmüşlerdir; popüler kültürün bu seçimin getirileri hakkında halkı eğitmek ve sürece daha fazla katılmaya teşvik etmek üzere yeni sorumlulukların üstlendiğini belirtir. Bölünmeye yol açan kampanyanın ardından popüler medya farklılıklarına rağmen bir araya gelmenin yollarının şekillendirebildiğini belirtir. 2004 seçimleri, vatandaşlar kampanyanın kirli işlerinin çoğunu yapmaya teşvik edilirken ve adaylarla partiler politik süreçte kontrolün bir kısmını kaybetmişken, medya ve politika arasındaki ilişkide önemli bir geçiş anının temsilini vurgular. Bu bölümde tüm taraflar vatandaşların ve tüketiciler tarafından daha büyük katılımı var saydıklarını ve bu katılımın şartları konusunda bir uzlaşmalarının olmadığı tezini savunur. Trump’ın başkanlık sürecinde popüler kültürü kullanımı örnek verilebilir.
                                  
7      7.Bölüm:

Sonuç bölümünde anahtar ifadesi yakınlaşma, kolektif zeka ve katılıma tekrar vurgu yapar yazar. Eğitim, medya reformu ve demokratik vatandaşlık için ele aldığını belirten Jenkins, Yakınlaşma kültürünün medyayla olan ilişkilerimizi düşünme şekillerimizdeki bir değişikliği temsil ettiğini, bu değişikliğin ilk önce popüler kültürle olan ilişkilerimizle yaptığımız, ancak oyun deneyimiyle elde ettiğimiz becerilerimizin öğrenme, çalışma, siyasi sürece katılma ve dünya üzerindeki diğer insanlarla bağlantı kurma yolları üzerinde etkilerinin olabileceğine dair bir idea sunar.


Kitaptan Alıntılar:
New Orleans’ta düzenlenen panellere değinen Jenkins verdiği örnekleri,” Oyun konsollarıyla ilgili bir panelde, Sony (bir donanım firması) ile Microsoft (bir yazılım firması) arasında gerilim yaşandı; her ikisinin de büyük planları vardı fakat temelde farklı iş modellerine ve vizyonlarına sahiptiler. Hepsi esas zorluğun bu ucuz ve kolay erişilebilen teknolojinin potansiyel kullanım alanlarını genişletmek ve böylece yakınlaşma kültürünün insanların oturma odalarına sızdıracak bir “kara kutu”, bir “Truva atı” haline gelmesini sağlamak olduğu konusunda hemfikirdiler. Bir anne çocukları okuldayken oyun konsolunu ne yapacaktı? Bir aile Noel’de büyükbabaya bir oyun konsolu hediye edip ne yapacaktı? Yakınlaşmayı beraberinde getirecek teknolojiye sahiptiler, fakat kimsenin bunu niye isteyeceğini çözememişlerdi.” Jenkins, 2016: 26)

“1980’lerin ortasında başlayan çapraz medya mülkiyetinin yeni kalıpları şirketler için içeriğin tek bir medya platformu yerine çeşitli kanallardan dağıtımını daha cazip hale getiriyordu. Dijitalleşme yakınlaşma için şartlar belirledi; kurallarını ise holding şirketler yarattı.” (Jenkins, 2016: 29) 

16 Ocak 2016 Cumartesi

SOSYAL MEDYADA İMZALARIMIZ

Hobbes'e göre en kötü durum, insanın doğa durumuna geri dönüşüdür.  Leviathan'nın 13. ve 14. bölümlerinde Hobbes'in tasvir ettiği insanın doğal yaşam durumu mahkum ikilemi durumu bağlamında  örnek olarak sosyal medyada tartışmalara nasıl yön belirlemektedir... İnsanın doğa durumuna geri dönüşü ise rüzgarın şeklini suyun üzerinde görmek gibidir...
Hobbes:

  • Fizik ve fiziksel güçleri bakımından eşittirler. 
  • Kendi çıkarlarını düşünür. Hobbes, tüm insanlar açısından psikolojik egoizmin olduğunu destekler.
  • İnsanlar yaratılışları itibariyle ölümden kaçma eğilimindedir.
  • Diğerlerinkiyle çatışan arzulara sahiptir. Böylece birbiriyle yarışan arzuların olduğu yerde rekabete bağlı çatışma doğar.
  • İleri görüşlüler. En azından asgari derecede rasyonel insanlar, uzun vadeli esneklikleri hesaba katarlar. 
  • Başkalarından gelecek saygı ararlar.
  • Herkes bir başkasının kendisine boyunduruk altına alabileceğinin farkındadır. Ve her insanın fırsat verildiğinde bir başkasının kendisini boyunduruğu altına almaya çalışacağını beklentisi içinde olması da yadsınamaz. 

Yukarıda saydığımız  Hobbes'e göre insan doğa durumundan '' Diğerlerinkiyle çatışan arzulara sahiptir ve Kendi çıkarlarını düşünür'' açısından ele almaya çalışacağım. Bize farklı görüş sunan rakibin üstün olduğunu görüp, haksız çıkacağımızı fark edince işi kişiselleştirerek hakaret, saygısızlık ve kabalığa başvurabiliriz. Kişiselleştirme, tartışılan konudan ayrılarak (ki o alanda oyun zaten kaybedilmiştir) rakibin üzerine gitmek, bir şekilde onun kişiliğine saldırmaktır. İnsana yönelik tartışma ortamından ayrılarak, kişiye yönelik argümana dönüşmüştür. Bir konu hakkında nesnel tartışmalardan uzaklaşmakla birlikte, rakibin söylediklerine ve kabul ettiklerine yönelir. Kişiselleştirme yapılırken konu tamamen terk edilir. Bütün etkenleri rakibin şahsına yöneltilir. Yaralayıcı, kötücül, aşağılayıcı kabalıkta oluruz. Bu insanın ego (benlik hakimiyeti) gücü olarak kullanmasıdır. Kişiselleştirme insan doğasının kitle psikolojisi  genelinde çok sevilen bir yoldur. Çünkü herkes kolayca yapabilir ve bu kolaylıktan dolayı da kullanır. Önemli sorun: Kişisel saldırıya muhatap kalındığında nasıl cevap vereceğimizdir. Aynı yöntemle karşılık verildiğinde aynı yöntemin içinde kalabilme tehlikesi doğacaktır. Tam bu noktada Sokrates'e sorulan soru ve verdiği cevap yol gösterici nitelikte önemlidir. ''Şu adam size küfür ve hakaret etmiyor mu? diye soran adama verdiği yanıt: ''Hayır, çünkü onun söyledikleri bana hitap etmiyor.'' der

Kendimizi kişiselleştirmemede de tek taraflı olarak bunun yeteceğini sanmak da büyük yanılgı olacaktır. Şöyle ki; çünkü sakin tavırla karşıt görüşe haksızlık yaptığını, yanlış yargıda bulunduğunu ya da düşündüğünü gösterebilirsiniz ama böylece karşıt görüşü ancak sakin tavırla daha da öfkeli hale getirebilir. Bunun sonucunda tartışmayı kazanabilirsiniz ya da kaybedebilirsiniz. Hobbes'in dediği gibi; ''Tüm keyif ve sevinçler, insanın kendini onlarla kıyaslayarak üstün göreceği kişiler olmasına bağlıdır'' (Hobbes, de cive, Bölüm 1) İnsanoğlunda hiçbir şey egonun tatmin edilmesi kadar önemli değildir ve hiçbir yarada insanoğlunun canını egonun yaktığı kadar da yakmaz. Bu kıyaslamayı içinizde yapın, insanlara verdiğiniz nedensellik tepkileri nedendir. Dolayısıyla en etkili kuvvetli tartışmalarda kıyaslama zihinsel ya da maddesel unsurların güç alanı önemlidir. Bir tartışmada yenilmiş olanın, kendisine hiç haksızlık yapılmış olmasa da kırılıp öfkelenmesi ve hileye başvurması, kıyaslamalarla yalan söylemesi de buradan gelir. Bunun için en güvenli yöntemlerden biri ya da karşı önlem. Aristotales'in Topika'nın son bölümünde ortaya koyduğu sosyal ve kişisel ilişkilerde iletişim kurarken dikkate almamız gereken kural: ''İlk karşına çıkanla tartışma; yalnızca iyi tanıdığın, saçmasapan şeyleri savunmayacak kadar anlam yetisine sahip olduğunu ve utanılacak durumlara düşmeyeceğini bildiğin kişilerle tartış; otoritenin ( toplum, siyasal erk, din, ekonomik, kültürel) dikte ettiklerine göre değil, nedenlere, gerçeklere dayanarak tartışmayı bilenlerle; sunulan nedenleri dinleyip dikkate alanlarla; ve nihayet gerçeğe değer veren, karşı tarafın ağzından bile olsa iyi nedenleri memnuniyetle dinleyen ve doğruyu karşı tarafa söylediğinde, yani kendisi haksız olduğunda da bunu hazmedebilecek kadar adalet duygusuna sahip olanlarla tartış.'' Aristo'nun önermesi bize kitle içinde tartışabilecek yüz kişi içinde bir elin parmaklarını geçemeyecek önermesi vermektedir. Aslında tartışma akılların karşılaşması, çarpışması için olanak sağlar; kendi düşüncelerimizi de düzeltmek için fırsat, yeni görüşler üretmeye de olanak tanır. Ama bunun için, tartışmacıların bilgi ve zihin gücü bakımından birbirine oldukça yakın düzeyde bulunmalıdır. Birinin bilgisi eksik olunca sonuç içinden geçirilen sürecin kısır döngüsünde akıntıya karşı  kürek çekmek olacaktır. Örneğin: A kişisi aynı konuda B kişisinin kendisinden farklı düşündüğünü saptarsa, önce kendi düşüncesini gözden geçirip hata aramak yerine, ötekinin düşünüşünde hata olduğunu varsayar. Yani kısacası insan doğası gereği dediğim dedik bir varlıktır. Sosyolojik bir gerçektir: Bir yerde sosyal, kültürel, dini ve siyasal tartışmalar kaos içinde varsa orada; dinin, ideolojinin, sosyal tabakaların radikal yorumları da yaygınlık kazanır. Çünkü kaos ya da trajedi, insanın doğası gereği düşündürmeyecek böylece kitle psikolojisi içinde kendini arındırma eylemine girdirecektir. Ve ne zaman bir yalan söylense  dünyanın bir kısmını öldürür. Bunlar insanların hatayla yaşam olarak adlandırdıkları mahkum ikilemi içinde egonun solgun ölümleridir. Düşünsenize bundan 400 yıl sonra var olacak insanlar yazılı dijital kaynakları okudukların da ne düşünecekler....İnsanlığın bilim, tarih ve kültürüne dair atılan imzalarımız gibi sosyal medya paylaşımları....

30 Kasım 2015 Pazartesi

Geri Kalmış Ülkelerde Moda İhtiyactır



"İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayatla olan saf ilişkisini yitirir." der Andrei Tarkovski
İnsanlık olarak, insani değer ilkelerini parçalayarak, bölerek ilerliyoruz; zaten bölünmüş bir alana atılan neden parçalamaya da devam etmez ki? Ama öylelik, insanda daha da bölünmüşlük haline geliyor. Yani aslında parçalamak keyif vericidir, bölünmüşlük bölüştürülür, ilke hücrelerimiz buna imkan sağlayabilecek bir efsunlanma alanıdır. Çalışmayan kalksın yorulsun derhal, yapamayacağını düşündürecek kadar yük ile...Hücre bölünmüşlüklerle ilkesizlik içindedir, artık...
Sosyal psikolojide önemli bir vurgu noktası vardır.  "Geri kalmış ülkelerde moda bir ihtiyaçtır.'' Moda ihtiyacı bir zamanlar giyim ya da benzeri şeylerdi. Şimdilerde moda ihtiyacını bireysel düzeyde ve gruplar olarak sosyal medyaya uygularsak bu durum, yüzyüze sosyal iletişim kuramayan sosyal varlık insanı ve sosyal varlık olamamanın getirdiği edilgen bireysellik içinde sosyal moda ihtiyacı marjinal doygunluk seviyesine ulaşamayan bir toplum getirisi olması kaçınılmaz olacaktır. Güncel hayatta birbirlerine duygularını (öfke, kin,sevgi) ifade edemeyenler adeta sosyal medyada sözlerimle toslamaktan ziyade, yazdıklarımla toslayarak okşamayı yeğlerim düşüncesinde. 

Oysa ki, söylenen sözleri unutan bir yapımız olmasına karşın okuduklarımız daha kalıcıdır zihnimizde...Freud,  Ket Vurma Belirti ve Korku incelemesinde: '' Korkunun beklentiyle çok açık ilişkisi vardır; o birşeyden korkmaktır. Onda belirsizlik ve objesizlik özellikleri vardır; konuşma dili bir objeyi bulunduğunda onun adını bile değiştirir ve onun yerine ürküntüyü koyar.'' der. Günümüzün moda ihtiyacında bize dayatılan 'kültür endüstrisi’ ya da ‘idare altına alınmış dünya’ gibi (…) temalar, aydınlanmayla başlayan evrensel kötülüğün sonuçları değil, kamusal alanın kültürel ve politik işlevlerinin kaybolması, daha doğrusu kamusal alanın kültürel ve politik işlevlerinden arındırılması, bu işlevlerinin giderilmesinin sonuçlarıdır.”, bu yaklaşımdaki problem söz konusu mecali kalmamışlık durumunun, Kant’ın cümlesindeki dolaylı ve içkin olarak gözlemlenebilen ''sermayenin gizeminin'' ('birikim olsun!') ve tarihsel süreçlerin tümlüğünün parçası oluşunun ıskalanmasıdır. O, mecali olmama durumu, sosyal medyanın “muhabbet” dilinden(!) medya düzeneklerine, tüm kamusal söylemlerde gözlemlenebilecek bir haldedir. Gündelik haberler her gün dayak yiyen, ölen, kaza geçiren, bedensel-sosyal-kültürel travmalar geçiren işçiler, çalışanlar, kadınlar, çocuklar, toplulukları gösteriyor ve onları temsil eden her birey/topluluk göremezden geliniyor. Estetik her dillendirme etkisizleştiriliyor ve düşünce hayatının nasıl sönümlendiğini görüyoruz. çünkü moda ihtiyacı; aydınlanma sürecinin ardına alabilen  olan, “üretken işbirliğinin düzenleyicisi olarak oynadığı geleneksel rolden ayrılan sermaye, bir zorla ele geçirme aygıtı biçimini alma eğilimi gösterir.”
Foucault’un belirttiği ve dikkat çektiği nokta olan ifadesi, “tabi kılınmış özneye ilişkisel bir kuram sağlandığı şeklinde okunabileceği” tespitini izleyebiliriz: “kapital’deki artı değer kuramını ya da yabancılaşmış emek... İnsanların yaşamlarını başkalarına ait nesnelere dökerek nasıl kendilerini tabi kılınmış halde oluşturduklarının öyküleri olarak okumak mümkündür. Hegel'in tarihin ya da aklın hilesi olarak tanımladığı durumu açmayı gerektirir. “kolektif tarihin hiç beklenmeyen bir sonuç üretmek için bireylerin, hatta tek tek ulusların tutkularını ve niyetlerini onlara çaktırmadan kullanma biçimiydi''der. Şimdilerde de ihtiyaç olarak sunulan ihtiyaç duyulan modalarımız...
Dijital ortamda, dünyanın gerçekçi  dolayımları görülüyor, fark ediliyor, biliniyor; bedenin, var oluşun, “aklın”, “enerjilerin” kullanılabiliyor olmasına hiçbir çare olmadığı da yaşanıyor.  Öte yandan da... İnsani duygulara organik ve dijital tüm kuşatılmışlıklarını ve kullanılabilirliklerini modernlik sanan bir toplumun, küresel toplama kampları olarak sıkıştırıldıklarını dijital beton kentlerde; sermaye, iş gücü, yaratıcılık stokları/ blokları oluşturdukları kadar; sınıfsal geçişlilik,  sistem güvenliği  işlevleri/makinasallıkların oluşturdukları; ancak daha asli işlevlerinin algı yanılsaması stokları/ bloklarına indirgenmişlikleri ile ilgili zamanlarını tüketen/ üretici-tüketiciler olduğunu yadsıyamayız.   

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...