10 Kasım 2016 Perşembe

"Çünkü topraksın ve yine toprağa döneceksin."


Karanlık dünyanın yaralı bir kadını Furuğ. 

Furuğ Ferruhzad, şair, yazar, oyuncu ve yönetmen kimliğiyle, İran'ın XX. YY'da yetiştirdiği en önemli kadınlardan birisidir. Acılı hayat hikâyesi, bir kadın olarak İran gibi bir doğu toplumunda şiir adına düzene ve baskıya karşı çıkması ile şiir yazım tekniğindeki eşsizlik, belki de onu tüm dünyada biricik kılar.  

Furuğ Ferruhzad 5 Ocak 1935'te Tahran'da doğmuş ve 13 Şubat 1967'deelim bir trafik kazasında, henüz 32 yaşındayken ölmüştür. Bu kısacık yaşamına Tutsak (Esîr, 1952), Duvar (Dîvâr 1957), İsyan (İsyân, 1959), Yeniden Doğuş (Tevelludî Diger, 1964), İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına (1974, ö.s.) isimli şiir kitaplarını, ödüllü belgeselleri ve filmleri sığdırmış; hayatı film yapılmıştır. Ev Karadır filminde İran'da 1979 yılına kadar sürecek olan Cüzaam Koloni Köyü'nü belgesel olarak çeker. Ev Karadır filminde rol alan babası cüzam hastası olan Hüseyin'i evlat edinir. Furuğ'nun şiirlerini ileriki yıllarda Almancaya çeviren oğlu Hüseyin olacaktır da. Çünkü Furuğ Ferruhzad’ın hayatını bilmek, onu ve şiirini yakından tanımak, sadece İran şiirini derinden etkilediğinden değil, tüm Avrupa'da ve dünyada kadın sanatçıların sembolü haline gelmiştir.

Furuğ doğduğu gün kar yağıyordu. Öldüğü gün de kar yağıyordu. Dört kardeşin yanında belki de en asi en fevri tavırlarıyla ve küçüklüğünde hep cezaları hak ettiği düşünülen ve alan bunda da asla geri adım atmayan küçük kız çocuğudur. Evdekilere bağıran, ısıran bir  küçük kız çocuğu. Annesinden yediği dayaklardan heykel gibi inatla ayak direyen ve karşısında duran bir kız çocuğu Furuğ. Yıllar sonrada aynı zaman diliminde büyüyen hayatına giren insanların karşısında da bağırmak zorunda kalacaktır. Furuğ'un çocukluğu çok enteresandır.  

Diğer küçük kız çocuklarına çok benzemez. Kız çocuğu gibi cicili bicili giyinmeyen annesinin yanında durmayan ve Rıza Şah dönemi gibi bahtsız bir dönemin yaşandığı kısıtlılıkların döneminde Furuğ bir erkek çocuğu gibi yaşar. Çorap ve ayakkabı giymeyi hiç sevmiyor. Sokakta sek sek oynarken yalın ayak dolaşıyor. Bu bazı kültürlerde çok normal karşılansa da İran kültürü için hoş karşılanabilecek bir durum değildir. O dönem dünya perspektifini de düşündüğümüz de hakikaten akıl erdirilebilir şeyler değildir. Bir kız çocuğunun sokakta oynaması yasaktır. 

Bu yalın ayak sokakta oynaması ilk yurtdışına çıkışında bile yansır. Ataların bir sözü vardır:" Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur." derler. Hoş Furuğ yetmiş yıl yaşamıyor ama o hazin yaşamında çocukluğundaki gibi, o inadı, ısrarı ilerleyen yıllarda da devam ettiriyor. Çocukluğu böyle geçer. Çocukluk portresinden çok uzaktadır aslında Furuğ. Rugan ayakkabıları bilirsiniz. Bütün insanların yaşamında çok büyük yeri olan ve çok çocuğun sarılıp yattığı ayakkabıları Furuğ, ikiye katlayarak, bükerek bahçeye gömmüştür. 

Bunu kaç çocuk yapar...Ayakkabılarına sarılıp yatan klasik bir çocuk değildir. Bu fevriliği hayatına 17 yaşında bir erkeği alıp evlenerek de gösterir. Aslında Furuğ'nun yapmak istediği evlenmek değil,  kendisine göre "hapisane"mekanını değiştirmektir.  Kız Sanat Lisesi'ndeki bitiremediği eğitimini daha sonraları atölyede resim çalışmalarını , Mehdi ve Bodger ile  yaparak devam ettirir.
Evlenmeden önce kendinden yaşça büyük olan bir eş adayı vardır. Ailesi kesinlikle evlenmesine karşıdır. Furuğ yine de ayak direr. Furuğ'un ayak diremeleriyle o evden, o "bahçeden" çıkmak istemesiyle ailesini karşısına alarak tantanalı bir şekilde evden çıkıyor, kaçıyor ve evlenir.

Eşi Pervez'in işi nedeniyle gittikleri Ahvaz kentinde evlilikleri bir yılını doldurmadan ciddi sorunlar yaşanır. Baba evine Tahran'a tekrar yeniden dönmek zorunda kalır. Aslında babası, Furuğ'nun yaptığı evliliğe çok fazla karşı çıkmıyor. Çünkü babanın o dönemde ikinci bir evlilik planı vardır. Baba bir askerdir. Ve otoriterdir. Ve otoriteye karşı gelen bir kız çocuğudur Furuğ. Babası Furuğ'u elemek ve evi boşaltmak için evliliğine karşı çıkmaz. Annesi, babasına hiçbir şekilde ses çıkartmayan bir görüntü sergileyen kadındır. 

Evlenmeden önce Furuğ evde hiç rahat değildir. Kitap okurken odasının ışığı kapanır. Evde bir şey kaybolsa kardeşleri Furuğ'dan bilirler. Hatta bir gün kardeşleri odasına gelerek dolabını ararlar. Kaybolan bir makastır. Furuğ, kocası yani nişanlısına şöyle  yazar:"Ben makası ne yapayım. Bütün odamı dağıttılar. Odam da, dolabımda makas aradılar. Oysa zaten benim bir makasım var. Ben, onların makasını ne yapayım?" Evdeki bu etkenler ve rahatsızlıklar evden erken kaçıp gitmesine neden olmuştur. 

Evliliğine karşı çıkmayan baba, tekrar eve dönen Furuğ'u evden atıyor. Ekonomik olarak sıkıntısı olmayan bir ailedir. Annesi soylu sayılabilecek bir aileden gelmektedir. Babası askerdir. Yoksul bir aile değildir. Ama Furuğ beş parasız sokağa bırakılıyor. Evden atılıyor. Kocası ve ailesi sahip çıkmıyor. Ne yapacaktır Furuğ? Dünyanın çarkı, sermayenin, güçlüklerin döneminde değirmene su taşıyor. Fakat bunun henüz o farkında değildir. Bunları yaşayarak öğrenecektir. On yedi yaşında adım attığı edebiyat dünyasının da saldırılarına maruz kalacak. Tam da bu esna da, baba evine döndüğünde "Günah" adlı şiirini yazıyor. Ve yayınlanan Günah şiiri edebiyat dünyasında müthiş çalkantılara yol açıyor. Sanat otoriteleri, edebiyat otoriteleri Furuğ'un o döneme kadar gelen İran şiirinin, egemen erk bölgelerine dayalı sansürleri delip geçiyor.

Aynı zamanda da Günah adlı şiirini kocası Pervez'e atfeder. Ama bu şiiri Pervez'e mi yazdığı, daha sonra hayatına girecek olan Golistan'a mı yazıldığı tartışma konusu olacaktır. Erkek egemen otoritelere baş kaldırmıştır. Bir nevi İran toplumsallığı içindeki yalnızlığında karşı çıkışını bulursunuz şiirlerinde. Baba evinden atılan Furuğ, Şah Caddesi'ne giderek kendisine küçük bir oda tutar kiralık. Parası yoktur. Yoksulluk, gazetelerde yazılan küfür-nameler, baba evine dönmesine sebep açacak daha sonra üzerine bir de edebiyat çevresi gelecektir. Bunları taşıyamayacaktır. Odaya kapanacak tekrar baba evine dönecektir. Sonra yeniden koca evine, sonra yeniden baba evine böyle bir gel-gitlerin odağında yaşayacaktır.

Babasına yazdığı mektupların bir cümlesinde şöyle seslenir babasına: "Ancak ben mutluluğu kendim için başka türlü yorumluyorum. mutluluk benim için... güzel elbise iyi yaşam ve iyi yemek değil. ben, ruhum memnun olduğu zaman mutluluk duyuyorum ve şiir benim ruhumu memnun ediyor.."  Ortadoğu coğrafyasında yaşanan en büyük sorunlardan biri olan ayrılırken ekonomik gücünün olmaması Furuğ'a hazin süprizler hazırlayacaktır...

O dönemde kadınların boşanma kararı alması çok nadir bir olayken, birkaç yıl süren evliliklerini bitirme kararını Furuğ verir. Ancak, terk edilmeyi kendisine yedirememiş olan ve karısı hakkında uydurulan dedikodulara, ona atılan iftiralara kanmaya meyilli olan Şapur, karısını ahlaksızlıkla, hayâsızlıkla suçlar. Öyle ki, neredeyse kendisini aldattığını mahkemeye kanıtlar! Deliler ortadadır: Öznesi ve yüklemi olmayan, imgesel aşk şiirleri… O dönemde, İran'da zaten çocuğun ve kadının velayeti erkeğe verildiğinden, Furuğ'da çocuğu gibi kocasının malıdır! Boşanma gerçekleştiğinde, şeriat mahkemesi Şapur'a, çocuğunu annesine hiç göstermeme hakkını tanır! İnsanlık dışı olan bu 'hak'kını sonuna kadar kullanacaktır Şapur: Doğurduğu ve henüz küçücük bir bebek olan oğlunu bir daha hiç görememe uğruna boşanır Furuğ! Çünkü şiir yazamamak, bir cendereye sıkışmak demektir onun için, ölümdür; yaşamdaki her şeyden çok daha önemlidir...

Henüz 19'unda gencecik bir kadınken ve çocuğunu kocasının gaddarlığına teslim ederken, özgürlüğün yıllarca içine kapatılacağı saydam bir labirent olacağını ve tek çocuğundan uzak olmanın, bir annenin içini kavuran en büyük acı olacağını elbette bilemezdi Furuğ. Onun yazdığı şiirde, evladını göremeyen, yalnızlığın, acının içinde kavrulan, etrafındaki sahte ve ikiyüzlü insanların arasında gerçek bir dost eli arayan, yaralı bir kalp vardır. 


Furuğ, evliliği betimlediği "Halka"şiiri evliliğinde yaşadığı acılara bakış açısını yansıtır. 
genç kız gülümseyerek dedi ki; 
nedir bu altın halkanın sırrı 
parmağımı böylesine sıkı sıkıya saran 
bu halkanın sırrı

yüzünde bunca ışık ve pırıltı olan
bu altın halkanın sırrı
adam hayran oldu ve dedi ki
mutluluk halkası, yaşam halkası

"kutlu olsun" dediler hep bir ağızdan 
genç kız , yazık ki yine
bunun anlamından şüphem var dedi
yıllar geçti ve bir gece

solgun kadın o altın halkaya baktı
parlak işlemelerinde gördü ki 
kocasında vefa görmek umuduyla nice günler
heder olup gitmiştir, heder olup gitmiştir

kadın perişan oldu 
ve yüzünde yine de ışık ve parıltı olan bu halka 
kölelik ve kulluk halkasıdır diyerek
için için ağladı

(Yeryüzü Ayetleri)

Furuğ'un hayatı, kendinden yaşça oldukça büyük 3 erkeğin üçgeninde geçer: Babası, kocası ve son aşkı, yazar İbrahim Golestan...Sevgiyi, şefkati, inceliği, hayatın anlamını, değerini bulmak için heyecanla uçmaya çalıştığı ve her defasında kafasını çarptığı çatının duvarlarıdır bunlar. Kendi kimliğini onların yardımıyla bulacağını düşünürken, aslında onlardan uzaklaştığı ölçüde kendisi olur. Şiire, yani yaşamının özüne onu en çok yaklaştıran insan olan Golestan bile, ona yol göstermenin, onu dünyayla tanıştırmanın ve bulunduğu korkunç yalnızlığa bir nebze ferahlık olmanın haricinde, onun için özel bir şey yapmaz; ne evini-düzenini bozar, ne de o öldükten sonra tek satır yazı yazar...

Furuğ, Golestan'a yazdığı mektuplarda şöyle seslenir: "Benim kötülüklerim nelerdir, iyiliklerimi anlatmadaki utangaçlık ve güçsüzlükten başka ve göz gördüğünce duvar, duvar, duvar olan bu dünyadaki iyiliklerimin tutsaklığının ağlamalarından başka. Ve güneşin karneye bağlandığı, fırsat kıtlığının ve korkunun ve boğuntunun ve hakaretin olduğu bu dünyada." Golestan'a  örtülü gönderiler yapar öldükten sonra anmayacağını bilir gibidir...

Başka bir mektubunda ise:"Varmak nedir bilmiyorum, ama kuşkusuz tüm varlığımın ona doğru aktığı bir maksat vardır.
Keşke ölseydim ve yeniden dirilebilseydim ve dünyanın başkalaştığını, dünyanın bu denli acımasız olmadığını, insanların bu her zamanki aşağılık ve kahpeliklerini unuttuklarını(..) ve kimsenin evlerinin etrafını duvar örmediklerini görseydim. Yaşamın gülünç alışkanlıklarına bağımlı olmak ve sınırlara ve duvarlara boyun eğmek doğaya aykırıdır."der sitem edercesine...

Karlı bir gündeki ani ölümüyle, edebiyat dünyasına, ailesine ve herkese adeta insan hangi yaşta ölürse ölsün, tamamlanmamış cümleleri olacaktır diyerek ayrılmıştır elim bir trafik kazası sonucunda bu dünyadan. Hayata tek başına direnen kadın yine tek başınadır...


Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...