Karanlık dünyanın yaralı bir kadını Furuğ.
Furuğ Ferruhzad,
şair, yazar, oyuncu ve yönetmen kimliğiyle, İran'ın XX. YY'da yetiştirdiği
en önemli kadınlardan birisidir. Acılı hayat hikâyesi, bir kadın olarak İran
gibi bir doğu toplumunda şiir adına düzene ve baskıya karşı çıkması ile şiir
yazım tekniğindeki eşsizlik, belki de onu tüm dünyada biricik kılar.
Furuğ
Ferruhzad 5 Ocak 1935'te Tahran'da doğmuş ve 13 Şubat 1967'deelim bir trafik
kazasında, henüz 32 yaşındayken ölmüştür. Bu kısacık yaşamına Tutsak
(Esîr, 1952), Duvar (Dîvâr 1957), İsyan (İsyân, 1959), Yeniden Doğuş (Tevelludî
Diger, 1964), İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına (1974, ö.s.) isimli
şiir kitaplarını, ödüllü belgeselleri ve filmleri sığdırmış; hayatı film
yapılmıştır. Ev Karadır filminde İran'da 1979 yılına kadar sürecek olan Cüzaam Koloni Köyü'nü belgesel olarak çeker. Ev Karadır filminde rol alan babası cüzam hastası olan Hüseyin'i evlat edinir. Furuğ'nun şiirlerini ileriki yıllarda Almancaya çeviren oğlu Hüseyin olacaktır da. Çünkü Furuğ Ferruhzad’ın hayatını bilmek, onu ve şiirini yakından tanımak, sadece İran şiirini derinden etkilediğinden değil, tüm Avrupa'da ve dünyada kadın
sanatçıların sembolü haline gelmiştir.
Diğer küçük kız çocuklarına çok
benzemez. Kız çocuğu gibi cicili bicili giyinmeyen annesinin yanında durmayan
ve Rıza Şah dönemi gibi bahtsız bir dönemin yaşandığı kısıtlılıkların döneminde
Furuğ bir erkek çocuğu gibi yaşar. Çorap ve ayakkabı giymeyi hiç sevmiyor.
Sokakta sek sek oynarken yalın ayak dolaşıyor. Bu bazı kültürlerde çok normal
karşılansa da İran kültürü için hoş karşılanabilecek bir durum değildir. O dönem dünya perspektifini de
düşündüğümüz de hakikaten akıl erdirilebilir şeyler değildir. Bir kız çocuğunun
sokakta oynaması yasaktır.
Bu yalın ayak sokakta oynaması ilk yurtdışına
çıkışında bile yansır. Ataların bir sözü vardır:" Bir insan yedisinde
neyse yetmişinde de odur." derler. Hoş Furuğ yetmiş yıl yaşamıyor ama o
hazin yaşamında çocukluğundaki gibi, o inadı, ısrarı ilerleyen yıllarda da
devam ettiriyor. Çocukluğu böyle geçer. Çocukluk portresinden çok uzaktadır
aslında Furuğ. Rugan ayakkabıları bilirsiniz. Bütün insanların yaşamında çok
büyük yeri olan ve çok çocuğun sarılıp yattığı ayakkabıları Furuğ, ikiye
katlayarak, bükerek bahçeye gömmüştür.
Bunu kaç çocuk yapar...Ayakkabılarına
sarılıp yatan klasik bir çocuk değildir. Bu fevriliği hayatına 17 yaşında bir
erkeği alıp evlenerek de gösterir. Aslında Furuğ'nun yapmak istediği evlenmek
değil, kendisine göre "hapisane"mekanını
değiştirmektir. Kız Sanat Lisesi'ndeki
bitiremediği eğitimini daha sonraları atölyede resim çalışmalarını , Mehdi ve Bodger
ile yaparak devam ettirir.
Evlenmeden önce kendinden yaşça büyük olan bir eş
adayı vardır. Ailesi kesinlikle evlenmesine karşıdır. Furuğ yine de ayak direr.
Furuğ'un ayak diremeleriyle o evden, o "bahçeden" çıkmak istemesiyle
ailesini karşısına alarak tantanalı bir şekilde evden çıkıyor, kaçıyor ve
evlenir.
Eşi Pervez'in işi nedeniyle gittikleri Ahvaz
kentinde evlilikleri bir yılını doldurmadan ciddi sorunlar yaşanır. Baba
evine Tahran'a tekrar yeniden dönmek zorunda kalır. Aslında babası, Furuğ'nun yaptığı
evliliğe çok fazla karşı çıkmıyor. Çünkü babanın o dönemde ikinci bir evlilik planı
vardır. Baba bir askerdir. Ve otoriterdir. Ve otoriteye karşı gelen bir kız
çocuğudur Furuğ. Babası Furuğ'u elemek ve evi boşaltmak için evliliğine karşı çıkmaz. Annesi,
babasına hiçbir şekilde ses çıkartmayan bir görüntü sergileyen kadındır.
Evlenmeden
önce Furuğ evde hiç rahat değildir. Kitap okurken odasının ışığı kapanır. Evde
bir şey kaybolsa kardeşleri Furuğ'dan bilirler. Hatta bir gün kardeşleri odasına
gelerek dolabını ararlar. Kaybolan bir makastır. Furuğ, kocası yani nişanlısına
şöyle yazar:"Ben makası ne yapayım.
Bütün odamı dağıttılar. Odam da, dolabımda makas aradılar. Oysa zaten benim bir
makasım var. Ben, onların makasını ne yapayım?" Evdeki bu etkenler ve
rahatsızlıklar evden erken kaçıp gitmesine neden olmuştur.
Evliliğine karşı çıkmayan baba, tekrar eve dönen Furuğ'u evden atıyor. Ekonomik olarak sıkıntısı
olmayan bir ailedir. Annesi soylu sayılabilecek bir aileden gelmektedir. Babası askerdir. Yoksul bir aile değildir. Ama Furuğ beş parasız sokağa bırakılıyor.
Evden atılıyor. Kocası ve ailesi sahip çıkmıyor. Ne yapacaktır Furuğ? Dünyanın
çarkı, sermayenin, güçlüklerin döneminde değirmene su taşıyor. Fakat bunun
henüz o farkında değildir. Bunları yaşayarak öğrenecektir. On yedi yaşında adım
attığı edebiyat dünyasının da saldırılarına maruz kalacak. Tam da bu esna da,
baba evine döndüğünde "Günah" adlı şiirini yazıyor. Ve yayınlanan Günah şiiri edebiyat dünyasında müthiş çalkantılara yol açıyor. Sanat otoriteleri, edebiyat
otoriteleri Furuğ'un o döneme kadar gelen İran şiirinin, egemen erk bölgelerine
dayalı sansürleri delip geçiyor.
Aynı zamanda da Günah adlı şiirini kocası Pervez'e
atfeder. Ama bu şiiri Pervez'e mi yazdığı, daha sonra hayatına girecek olan
Golistan'a mı yazıldığı tartışma konusu olacaktır. Erkek egemen otoritelere baş
kaldırmıştır. Bir nevi İran toplumsallığı içindeki yalnızlığında karşı çıkışını bulursunuz
şiirlerinde. Baba evinden atılan Furuğ, Şah Caddesi'ne giderek kendisine küçük bir oda tutar kiralık. Parası
yoktur. Yoksulluk, gazetelerde yazılan küfür-nameler, baba evine dönmesine
sebep açacak daha sonra üzerine bir de edebiyat çevresi gelecektir. Bunları
taşıyamayacaktır. Odaya kapanacak tekrar baba evine dönecektir. Sonra yeniden koca evine, sonra yeniden baba evine böyle bir gel-gitlerin odağında
yaşayacaktır.
Babasına yazdığı
mektupların bir cümlesinde şöyle seslenir babasına: "Ancak ben mutluluğu kendim için başka türlü
yorumluyorum. mutluluk benim için... güzel elbise iyi yaşam ve iyi yemek değil.
ben, ruhum memnun olduğu zaman mutluluk duyuyorum ve şiir benim ruhumu memnun
ediyor.." Ortadoğu coğrafyasında yaşanan en büyük sorunlardan biri olan
ayrılırken ekonomik gücünün olmaması Furuğ'a hazin süprizler hazırlayacaktır...
O dönemde kadınların boşanma kararı alması çok nadir
bir olayken, birkaç yıl süren evliliklerini bitirme kararını Furuğ verir.
Ancak, terk edilmeyi kendisine yedirememiş olan ve karısı hakkında uydurulan
dedikodulara, ona atılan iftiralara kanmaya meyilli olan Şapur, karısını
ahlaksızlıkla, hayâsızlıkla suçlar. Öyle ki, neredeyse kendisini aldattığını
mahkemeye kanıtlar! Deliler ortadadır: Öznesi ve yüklemi olmayan, imgesel aşk
şiirleri… O dönemde, İran'da zaten çocuğun ve kadının velayeti erkeğe
verildiğinden, Furuğ'da çocuğu gibi kocasının malıdır! Boşanma
gerçekleştiğinde, şeriat mahkemesi Şapur'a, çocuğunu annesine hiç göstermeme
hakkını tanır! İnsanlık dışı olan bu 'hak'kını sonuna kadar kullanacaktır
Şapur: Doğurduğu ve henüz küçücük bir bebek olan oğlunu bir daha hiç görememe
uğruna boşanır Furuğ! Çünkü şiir yazamamak, bir cendereye sıkışmak demektir
onun için, ölümdür; yaşamdaki her şeyden çok daha önemlidir...
Henüz 19'unda gencecik bir kadınken ve çocuğunu
kocasının gaddarlığına teslim ederken, özgürlüğün yıllarca içine kapatılacağı
saydam bir labirent olacağını ve tek çocuğundan uzak olmanın, bir annenin içini
kavuran en büyük acı olacağını elbette bilemezdi Furuğ. Onun yazdığı şiirde,
evladını göremeyen, yalnızlığın, acının içinde kavrulan, etrafındaki sahte ve
ikiyüzlü insanların arasında gerçek bir dost eli arayan, yaralı bir kalp
vardır.
Furuğ, evliliği betimlediği "Halka"şiiri
evliliğinde yaşadığı acılara bakış açısını yansıtır.
genç
kız gülümseyerek dedi ki;
nedir bu altın halkanın sırrı
parmağımı böylesine sıkı sıkıya saran
bu halkanın sırrı
yüzünde bunca ışık ve pırıltı olan
bu altın halkanın sırrı
adam hayran oldu ve dedi ki
mutluluk halkası, yaşam halkası
"kutlu olsun" dediler hep bir ağızdan
genç kız , yazık ki yine
bunun anlamından şüphem var dedi
yıllar geçti ve bir gece
solgun kadın o altın halkaya baktı
parlak işlemelerinde gördü ki
kocasında vefa görmek umuduyla nice günler
heder olup gitmiştir, heder olup gitmiştir
kadın perişan oldu
ve yüzünde yine de ışık ve parıltı olan bu halka
kölelik ve kulluk halkasıdır diyerek
için için ağladı
(Yeryüzü Ayetleri)
nedir bu altın halkanın sırrı
parmağımı böylesine sıkı sıkıya saran
bu halkanın sırrı
yüzünde bunca ışık ve pırıltı olan
bu altın halkanın sırrı
adam hayran oldu ve dedi ki
mutluluk halkası, yaşam halkası
"kutlu olsun" dediler hep bir ağızdan
genç kız , yazık ki yine
bunun anlamından şüphem var dedi
yıllar geçti ve bir gece
solgun kadın o altın halkaya baktı
parlak işlemelerinde gördü ki
kocasında vefa görmek umuduyla nice günler
heder olup gitmiştir, heder olup gitmiştir
kadın perişan oldu
ve yüzünde yine de ışık ve parıltı olan bu halka
kölelik ve kulluk halkasıdır diyerek
için için ağladı
(Yeryüzü Ayetleri)
Furuğ'un
hayatı, kendinden yaşça oldukça büyük 3 erkeğin üçgeninde geçer: Babası, kocası
ve son aşkı, yazar İbrahim Golestan...Sevgiyi, şefkati, inceliği, hayatın
anlamını, değerini bulmak için heyecanla uçmaya çalıştığı ve her defasında
kafasını çarptığı çatının duvarlarıdır bunlar. Kendi kimliğini onların
yardımıyla bulacağını düşünürken, aslında onlardan uzaklaştığı ölçüde kendisi
olur. Şiire, yani yaşamının özüne onu en çok yaklaştıran insan olan Golestan
bile, ona yol göstermenin, onu dünyayla tanıştırmanın ve bulunduğu korkunç
yalnızlığa bir nebze ferahlık olmanın haricinde, onun için özel bir şey yapmaz;
ne evini-düzenini bozar, ne de o öldükten sonra tek satır yazı yazar...
Furuğ, Golestan'a yazdığı mektuplarda
şöyle seslenir: "Benim
kötülüklerim nelerdir, iyiliklerimi anlatmadaki utangaçlık ve güçsüzlükten
başka ve göz gördüğünce duvar, duvar, duvar olan bu dünyadaki iyiliklerimin
tutsaklığının ağlamalarından başka. Ve güneşin karneye bağlandığı, fırsat
kıtlığının ve korkunun ve boğuntunun ve hakaretin olduğu bu dünyada." Golestan'a örtülü gönderiler yapar öldükten sonra anmayacağını bilir gibidir...
Başka bir mektubunda ise:"Varmak
nedir bilmiyorum, ama kuşkusuz tüm varlığımın ona doğru aktığı bir maksat
vardır.
Keşke ölseydim ve yeniden dirilebilseydim ve
dünyanın başkalaştığını, dünyanın bu denli acımasız olmadığını, insanların bu
her zamanki aşağılık ve kahpeliklerini unuttuklarını(..) ve kimsenin evlerinin
etrafını duvar örmediklerini görseydim. Yaşamın gülünç alışkanlıklarına bağımlı
olmak ve sınırlara ve duvarlara boyun eğmek doğaya aykırıdır."der sitem edercesine...
Karlı bir gündeki ani ölümüyle, edebiyat dünyasına, ailesine ve herkese adeta insan hangi yaşta ölürse ölsün,
tamamlanmamış cümleleri olacaktır diyerek ayrılmıştır elim bir trafik kazası sonucunda bu dünyadan. Hayata tek başına direnen kadın yine tek başınadır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder