Hobbes etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hobbes etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2016 Cumartesi

SOSYAL MEDYADA İMZALARIMIZ

Hobbes'e göre en kötü durum, insanın doğa durumuna geri dönüşüdür.  Leviathan'nın 13. ve 14. bölümlerinde Hobbes'in tasvir ettiği insanın doğal yaşam durumu mahkum ikilemi durumu bağlamında  örnek olarak sosyal medyada tartışmalara nasıl yön belirlemektedir... İnsanın doğa durumuna geri dönüşü ise rüzgarın şeklini suyun üzerinde görmek gibidir...
Hobbes:

  • Fizik ve fiziksel güçleri bakımından eşittirler. 
  • Kendi çıkarlarını düşünür. Hobbes, tüm insanlar açısından psikolojik egoizmin olduğunu destekler.
  • İnsanlar yaratılışları itibariyle ölümden kaçma eğilimindedir.
  • Diğerlerinkiyle çatışan arzulara sahiptir. Böylece birbiriyle yarışan arzuların olduğu yerde rekabete bağlı çatışma doğar.
  • İleri görüşlüler. En azından asgari derecede rasyonel insanlar, uzun vadeli esneklikleri hesaba katarlar. 
  • Başkalarından gelecek saygı ararlar.
  • Herkes bir başkasının kendisine boyunduruk altına alabileceğinin farkındadır. Ve her insanın fırsat verildiğinde bir başkasının kendisini boyunduruğu altına almaya çalışacağını beklentisi içinde olması da yadsınamaz. 

Yukarıda saydığımız  Hobbes'e göre insan doğa durumundan '' Diğerlerinkiyle çatışan arzulara sahiptir ve Kendi çıkarlarını düşünür'' açısından ele almaya çalışacağım. Bize farklı görüş sunan rakibin üstün olduğunu görüp, haksız çıkacağımızı fark edince işi kişiselleştirerek hakaret, saygısızlık ve kabalığa başvurabiliriz. Kişiselleştirme, tartışılan konudan ayrılarak (ki o alanda oyun zaten kaybedilmiştir) rakibin üzerine gitmek, bir şekilde onun kişiliğine saldırmaktır. İnsana yönelik tartışma ortamından ayrılarak, kişiye yönelik argümana dönüşmüştür. Bir konu hakkında nesnel tartışmalardan uzaklaşmakla birlikte, rakibin söylediklerine ve kabul ettiklerine yönelir. Kişiselleştirme yapılırken konu tamamen terk edilir. Bütün etkenleri rakibin şahsına yöneltilir. Yaralayıcı, kötücül, aşağılayıcı kabalıkta oluruz. Bu insanın ego (benlik hakimiyeti) gücü olarak kullanmasıdır. Kişiselleştirme insan doğasının kitle psikolojisi  genelinde çok sevilen bir yoldur. Çünkü herkes kolayca yapabilir ve bu kolaylıktan dolayı da kullanır. Önemli sorun: Kişisel saldırıya muhatap kalındığında nasıl cevap vereceğimizdir. Aynı yöntemle karşılık verildiğinde aynı yöntemin içinde kalabilme tehlikesi doğacaktır. Tam bu noktada Sokrates'e sorulan soru ve verdiği cevap yol gösterici nitelikte önemlidir. ''Şu adam size küfür ve hakaret etmiyor mu? diye soran adama verdiği yanıt: ''Hayır, çünkü onun söyledikleri bana hitap etmiyor.'' der

Kendimizi kişiselleştirmemede de tek taraflı olarak bunun yeteceğini sanmak da büyük yanılgı olacaktır. Şöyle ki; çünkü sakin tavırla karşıt görüşe haksızlık yaptığını, yanlış yargıda bulunduğunu ya da düşündüğünü gösterebilirsiniz ama böylece karşıt görüşü ancak sakin tavırla daha da öfkeli hale getirebilir. Bunun sonucunda tartışmayı kazanabilirsiniz ya da kaybedebilirsiniz. Hobbes'in dediği gibi; ''Tüm keyif ve sevinçler, insanın kendini onlarla kıyaslayarak üstün göreceği kişiler olmasına bağlıdır'' (Hobbes, de cive, Bölüm 1) İnsanoğlunda hiçbir şey egonun tatmin edilmesi kadar önemli değildir ve hiçbir yarada insanoğlunun canını egonun yaktığı kadar da yakmaz. Bu kıyaslamayı içinizde yapın, insanlara verdiğiniz nedensellik tepkileri nedendir. Dolayısıyla en etkili kuvvetli tartışmalarda kıyaslama zihinsel ya da maddesel unsurların güç alanı önemlidir. Bir tartışmada yenilmiş olanın, kendisine hiç haksızlık yapılmış olmasa da kırılıp öfkelenmesi ve hileye başvurması, kıyaslamalarla yalan söylemesi de buradan gelir. Bunun için en güvenli yöntemlerden biri ya da karşı önlem. Aristotales'in Topika'nın son bölümünde ortaya koyduğu sosyal ve kişisel ilişkilerde iletişim kurarken dikkate almamız gereken kural: ''İlk karşına çıkanla tartışma; yalnızca iyi tanıdığın, saçmasapan şeyleri savunmayacak kadar anlam yetisine sahip olduğunu ve utanılacak durumlara düşmeyeceğini bildiğin kişilerle tartış; otoritenin ( toplum, siyasal erk, din, ekonomik, kültürel) dikte ettiklerine göre değil, nedenlere, gerçeklere dayanarak tartışmayı bilenlerle; sunulan nedenleri dinleyip dikkate alanlarla; ve nihayet gerçeğe değer veren, karşı tarafın ağzından bile olsa iyi nedenleri memnuniyetle dinleyen ve doğruyu karşı tarafa söylediğinde, yani kendisi haksız olduğunda da bunu hazmedebilecek kadar adalet duygusuna sahip olanlarla tartış.'' Aristo'nun önermesi bize kitle içinde tartışabilecek yüz kişi içinde bir elin parmaklarını geçemeyecek önermesi vermektedir. Aslında tartışma akılların karşılaşması, çarpışması için olanak sağlar; kendi düşüncelerimizi de düzeltmek için fırsat, yeni görüşler üretmeye de olanak tanır. Ama bunun için, tartışmacıların bilgi ve zihin gücü bakımından birbirine oldukça yakın düzeyde bulunmalıdır. Birinin bilgisi eksik olunca sonuç içinden geçirilen sürecin kısır döngüsünde akıntıya karşı  kürek çekmek olacaktır. Örneğin: A kişisi aynı konuda B kişisinin kendisinden farklı düşündüğünü saptarsa, önce kendi düşüncesini gözden geçirip hata aramak yerine, ötekinin düşünüşünde hata olduğunu varsayar. Yani kısacası insan doğası gereği dediğim dedik bir varlıktır. Sosyolojik bir gerçektir: Bir yerde sosyal, kültürel, dini ve siyasal tartışmalar kaos içinde varsa orada; dinin, ideolojinin, sosyal tabakaların radikal yorumları da yaygınlık kazanır. Çünkü kaos ya da trajedi, insanın doğası gereği düşündürmeyecek böylece kitle psikolojisi içinde kendini arındırma eylemine girdirecektir. Ve ne zaman bir yalan söylense  dünyanın bir kısmını öldürür. Bunlar insanların hatayla yaşam olarak adlandırdıkları mahkum ikilemi içinde egonun solgun ölümleridir. Düşünsenize bundan 400 yıl sonra var olacak insanlar yazılı dijital kaynakları okudukların da ne düşünecekler....İnsanlığın bilim, tarih ve kültürüne dair atılan imzalarımız gibi sosyal medya paylaşımları....

27 Kasım 2015 Cuma

İnsanlar Birbirlerinin Eserleridir

''Her yerde faydayı aramak vakar duygusuna sahip özgür kimselerin tutacağı yol değildir.''  der Aristotales. 

Her bireyin içselliğinde olan faydacı dürtüler, diğer bir deyişle insanlar çevrelerinde olup bitenleri bir bekleyiş çerçevesinde algılamak üzerine yapılandırılmış stereotip inançlar içinde yetiştirilir. Geleceği yordamlayabilmek için yaşamımızdaki geçmiş deneyimlerimiz yapılandırmakta ustalaştırılmaktayız. Çünkü yaşam içinde farklılıklarımızı ortaya çıkarmamız istenir, bizlerden...İnsanlar olarak temelde de tutucu eylemlere sahiplik edinimlerini kazanırız. Şöyle ki, geçmişimize döndüğümüzde bizleri şekillendiren insanların fiziksel farklı versiyonuyuz aslında.

''Eğer bir çocuk kötü davranışlarından ötürü cezalandırılır, iyiliğinden ötürü ödüllendirilirse bu durumda o sadece ödül için doğru davranacaktır; ve hayata atılıp da iyiliğin her zaman ödüllendirilmediğini, kötülüğün de cezalandırılmadığını gördüğünde sadece hayatta nasıl muvafak olabileceğini düşünen ve hangisini kendi yararına görürse buna göre doğru ya da yanlış davranan bir insan olacaktır.'' der Immanuel Kant. Çok yaygın olarak otoriter yapının egemen olduğu ailelerde, tüm kararları ebeveynler verir. Birçok konuda sayısız kural koyar.


Suçluluk duygusu, çocukluk evresinde korku denen duygunun doğasından çok şey barındırır kendi içinde; çünkü korku, belirsizlikler içinde zihinlere ekilir. Oysa insanlar evrensel eğilimlere yönelik yetilerle varlık olgusu üzerine yaratılmış aidiyetleri vardır. İnsanda doğuştan gelen (acıkma, ağlama, isteklerini dile getirme vs...) gibi evrensel olgulardan ayıran ise her varlığı kendi gibi olma ya da olmaya zorlamalarla telakki etmeye ve her nesneye aşinalık duyduklarını, yakından tanıdıkları özellikleri kendilerine atfederler.

Rogers'a göre benlik kavramımızla tutarsızlık gösteren organizmik deneyimlerimiz toplumsallık içinde kaygıya, kaygıda ''inkar'' ya da ''çarpıtma olarak savunmaya geçtiğimizi savunur.  Birçoğumuz dışsal standartları benimseyerek onların bize ait olmadığını inkara gideriz. Aslında her insan ortaya çıkması halinde önem verdikleri kişiler tarafından onaylanmayacağı hatta reddedileceğini çocukluk evresinde ''ödül-ceza'' döneminde kazanmıştır. 

İnsanlar bu düşüncelerin ve isteklerini dışa vurmak ya da kabul etmek yerine çarpıtarak bilinçlerinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Sonuç olarak evrensellik üzerine donatılmış insan kendisiyle, kendi gerçek duygu ve özelliklerinden bağlarını koparır. Oysa  ''ödül-ceza'' yerine koşulsuz olumlu saygı-sevgi gördüğünde insan (çocuk) ne yaparsa yapsın kabul göreceğini ve sevildiğini bildiği için olumsuz yönlerini inkara gitme ihtiyacı duymayacaktır. Bu yüzden anne- babalar çocuklarının yaptıkları davranışları onaylamasalar da onları her zaman sevilebileceğini ve kabul edileceğini hissettirebilmelidir. Toplum içinde karşılaştığımız, iletişim kurduğumuz her birey içinde geçerli bir olgudur. 
Marx'ın bilinen söylemlerinden biri tekrar ettiğim için şimdiden özür diliyorum!

Marx, "Asacağımız son kapitalist, muhtemelen bize asma halatını satan kişi olacaktır."sözüne atıf yaparak. Kapitalizm bireyi daha ailede ''ödül-ceza'' başarılar, istekler, metalar üzerinden çağrışımlar öğrenerek büyüdüğü evreni olduğunu var sayarsak...  Sistem dizaynı içinde faydacılık üzerine güdülenmiş bireyler olarak son kapitalist dünyada yine kendimiz olmuyor muyuz...Ya da yetiştirilmiyor muyuz... Kapitalizm, birbirine benzeyenlerin hekimidir.

Hobbes'in dediği gibi "İnsan,  insanın kurdudur."




Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...