Arthur Schopenhauer ve Sigmund Freud arasındaki ilişki, hem felsefi hem de psikolojik açıdan son derece derin bir tartışma alanı yaratır. Her iki düşünür de insanın bilinçaltı, arzular ve içsel çatışmalarını anlamaya çalışmış, fakat bunu farklı bakış açılarıyla ele almışlardır. Schopenhauer'ın, bilinçaltına dair ortaya koyduğu kavramlar, Freud'un psikanaliz teorileriyle şaşırtıcı bir şekilde paralellik gösterse de, aralarındaki yaklaşım farkları, her iki düşünürün de insan doğasına dair benzersiz görüşler geliştirmelerine neden olmuştur.
Schopenhauer, bilinçaltını "İrade" kavramı üzerinden tanımlar. "İrade", sadece bireysel arzuların bir toplamı değil, insanın tüm varoluşunu şekillendiren, evrensel bir güçtür. Bu "İrade", acı, ıstırap ve varlık mücadelesiyle ilişkilidir. Schopenhauer için hayatın özü, acı ve mücadeleyle iç içe geçmiştir ve insanın yaşamı, bu evrensel iradenin yansımasıdır. Freud ise bilinçaltını daha çok bastırılmış arzular ve psikolojik yapılarla ilişkilendirir. Onun psikanalizinde, bilinçaltı, özellikle geçmişte yaşanan travmaların ve bastırılmış arzuların etkisiyle şekillenir. Freud, Schopenhauer'ın "İrade"sini, insanın içindeki kötücül, hayvansı güdülerle ilişkilendirerek, bu kavramı olumsuz bir güç olarak tanımlar. Ancak Schopenhauer için "İrade" sadece olumsuz bir güç değildir; o, aynı zamanda insanın varoluş mücadelesinin ve hayatın acı veren doğasının temel itici gücüdür.
Freud'un, Schopenhauer'ı tam olarak anlamadığı görüşü de bu farkı derinleştirir. Schopenhauer'ın felsefesi, bireysel ve evrensel ölçekte bir varlık mücadelesini tanımlar. Onun "İrade" kavramı, insanın arzularının ötesinde, daha geniş bir evrensel güçtür. Freud ise bu kavramı, daha dar bir perspektiften, insanın bastırılmış arzu ve içsel çatışmalarıyla ilişkilendirerek yorumlamıştır. Bu nedenle, Freud’un fikirleri Schopenhauer'ın felsefesinin derinliğini tam anlamıyla kavrayamaz ve onun "İrade" kavramını, Schopenhauer'ın ortaya koyduğu anlamda bir varoluşsal güçten ziyade, bireysel bir psikolojik etmen olarak daraltır.
Schopenhauer'ın, Doğu felsefesiyle olan ilişkisi de önemli bir noktadır. Özellikle Budizm ve Upanişadlar gibi öğretilerde, Schopenhauer benzer bir düşünsel derinlik ve yaşamın acı veren doğasına dair benzer bir bakış açısı bulmuştur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: Schopenhauer, Doğu felsefelerini doğrudan taklit etmemiştir. Bunun yerine, bu öğretileri, kendi içsel düşünce sürecinde bağımsız bir şekilde değerlendirmiştir. Schopenhauer'ın felsefesi, hiçbir dogmaya dayanmadan ve başka bir düşünürün etkisinde kalmadan, tamamen onun kişisel içsel sorgulamalarının ürünüdür. Bu, onun entelektüel bağımsızlığını ve özgün düşünme tarzını gösteren önemli bir unsurdur.
Schopenhauer'ın felsefesinin önemi, özellikle bağımsız düşünmeye çalışan bireyler için büyüktür. O, yalnızlık, acı ve insan doğasıyla ilgili derin düşüncelerini, kişisel bir yolculuk olarak geliştirmiştir. Bağımsız düşünmenin zorluğu, özellikle dışarıdan gelen baskılar ve toplumsal normlarla çatışma yaşayanlar için oldukça belirgindir. Schopenhauer, insanın bu baskılara karşı durarak kendi iç yolculuğunu yapmasının önemini vurgular. Onun felsefesi, yalnızca toplumsal ve dışsal dünyaya bakmakla kalmaz, aynı zamanda bireyin içsel dünyasına da derin bir bakış açısı sunar. Schopenhauer'ın yazıları, yalnızlık ve acıyla yüzleşmeye çalışanlar için bir rehber, bir yol arkadaşı işlevi görür.
Özetle, Schopenhauer'ın felsefesi, yalnızca kendi zamanında değil, günümüzde de büyük bir öneme sahiptir. O, dış dünyadaki dogmalara ve öğretmenlere değil, içsel düşünceye ve sorgulamaya dayalı bir yolculuk arayanlara derin bir anlam taşır. Schopenhauer, insanın gerçeğe ulaşmasının tek yolunun, dış dünyadaki öğretmenlere ve dogmalara değil, içsel düşünceye ve özgün sorgulamalara dayandığını hatırlatır. Onun felsefesi, insanın varoluşuna dair derin bir anlayış geliştirmek isteyen, bağımsız düşünmeyi arzulayanlar için bir ışık kaynağıdır.