Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ağustos 2023 Çarşamba

 

Mission Impossible: Ölümcül Hesaplaşma

Ünlü aksiyon serisi ‘Görevimiz Tehlike’ serisinin yedinci filmi olan “Mission Impossible: Ölümcül Hesaplaşma’nın Birinci Bölüm”ü ABD’den üç gün farkla ülkemizde de vizyona girdi. Başrollerinde Tom Cruise, Rebecca Ferguson, Hayley Atwell, Pom Klementieff, Vanessa Kirby ve Simon Pegg gibi başarılı oyuncular rol aldı. Yönetmen Christopher McQuarrie’in gözünden insanlık için risk oluşturan tehlikeli silahların kötü niyetli kişilerin eline geçmemesi için mücadele eden ajan Ethan Hunt’ın (Tom Cruise) hikayesi anlatılıyor.

 

Görevimiz Tehlikeli’nin sonuncusunda, düşman insan değildir, varlıklar ve kişilerin ‘insan’ olmasını arzulamasına rağmen... Filmde düşman ‘Varlık’, dünyanın tam kontrolünü isteyen çoklu özerk yapay zekadır.

 


Görevimiz Tehlike’de olduğu gibi, aksiyon, macera ve bilim kurgu sineması genellikle çağdaş çatışmalardan çıkarılan unsurları dramatik bir bağlam olarak ele alır.

Açık söylemek gerekirse, filmde yapay zekanın Hollywood’un mega yapımlarında anti-kahraman değil de, bir kurtarıcı kahraman bir karakter olarak çıkmasını umuyordum. Olmadı! Yapay zekayı elbette, “Ölümcül Hesaplaşma” bağlamında geçmişin kalıntısı olarak, yani Rusya’yı özgürlüğün düşmanı olarak koymak için manikür kaynak olarak eklendiği de düşünebilir. 

 

Sosyal medyada tekrarlayan kıyamet hikayelerinde ve son on yılda bazı filmlerde, yapay zekanın dünyaya hâkim olacağı ve insanları yok edeceği bir geleceğin habercisi, Görevimiz Tehlikeli’nin son serisinde, korkuları ve belirsizlikleri çıkaran benzer bir ideolojik imgeleri de sunuyor. Üretim ve iletişim biçimlerinde önemli değişiklikler yapan bir toplumda unutulmamış. Mitoloji olarak sinema, klasik mitler gibi çağdaş beklentiler ve belirsizlikler, aynı zamanda kurulan gücün hikayesini, aynı zamanda kahramanın veya acı çeken ölümcüllerin anlatımını güncelleyerek ortaya çıkarmaktadır.

 Tıpkı, Antik Yunan’da olduğu gibi biz ölümlüler sadece şaşkınlık veya şaşkınlıkla izlenebilecek olan tanrılar ve kahramanların gösterisine boyun eğmişlerdir. Kötü bir yapay zeka dünyamızı tehdit ediyor ve sadece güvenliğimizi koruyan güçler bizi kötü bir sondan kurtarabilir. Filmde adeta bilinçdışımıza yapay zekayı “kabul edin zavallı ölümlüler!” algısı oluşturmak için...

 

Sinema, eski efsanenin yaptığı gibi vatandaşlığın kritik ve aktif rolünün önünü kapatır. Ve tanrısal tasarımlar karşısında, izleyicisini susmak ve saklanmak dışında hiçbir şeyin yapamayacağına ikna etmeye çalışarak inandırır.

 

Çağdaş kahraman, kurulan gücün dinamiklerini gizlemeden temsil ettiği için sahte kurtuluş tablosu olarak hizmet ediyor. Endişelenme, güvende olman için senin için bu işi yapıyoruz. Buna ise sinemanın izleyiciye, tekrarlı deneyimlerle içselleştirdiği tutarlı bir plasebo da denilebilir.

Sinemada nadiren güç hikayelerini kapatacak bir yansıma seçilir, vatandaş-izleyiciye geleceğin etik ve politik sorumluluğunu geri verir, determinist ve baba-list hikayeye karşıdır.

 

Düşüncelerimi okuyanlar bu noktada benim yansımam hakkında düşünebilir ve belli bir sebep olmadan değil: “Bu sadece bir film. Kahramanın görevleri tehlikelidir. Tadını çıkarın.” Mitoloji işe yarıyor. 

 

10 Nisan 2023 Pazartesi

SİYASETTEKİ SİNEMA BÜYÜSÜ

Sigmund Freud’a göre bilinçaltımızda uyuyan çöplüğümüzde itiraf etmediğimiz yani bilince çıkmayan hiçbir düşüncenin asla ölmeyeceği üzerinedir.

Bu olgu, hem psikolojik hem iletişim anlamında da böyledir.

Bilince çıkarmadığımız her şey orada öylece bekler-nefes alarak durur.

Karar anlarımızda zayıf olduğumuz veya tam tersine güçlü olduğumuz anları bekler, biz farkında olmayız.

Bilinçaltımız içinde yaşadığımız çevrenin ekonomik ve siyasal belirsizlik durumlarında algımızı yapılandıranlar tarafından otomatımıza basılmış tuş gibi sözcükler veya görsellerle devreye alınır.

Algımızı biçimlendiren siyasal manipülasyonlara dijital çağın getirisi olarak hemen hemen her yerde maruz kalmaktayız.

Yüksek enflasyonun yol açtığı ekonomik krizin yaşandığı ortamda siyasetten-piyasalara kadar güncel söylemi kanaat önderleri kulaklarımıza sürekli aktarmakta…siyasi yapılanmalar, ana muhalefet partisinden iktidara kadar seçmenle kurdukları söylem ideolojisi aynı gemide olduklarını sık sık tekrar etmek üzerine.

Altılı Masa’nın koalisyonuna baktığımızda ekonomik krize karşı seçmene hiçbir vaat de bulunmaya çekimserlik içinde.

Türkiye’nin sorunu enflasyon, ekonomik kriz, işsizlik ama Altılı Masa’nın ekseninde gezindiği ülke sorunu Sayın Cumhurbaşkanı oluyor.

Muhalefetin tek derdi var: Cumhurbaşkanını bulunduğu konumdan indirmek.

Altılı Masa ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’nın seçime odaklı hedef söylemlerini sinema üzerinden bir benzetme yapmak gerekir.

Çünkü bilinçaltımız hayatımızın her alanında kendine yarattığı öznel kahraman idoller ya da figür liderler sinema aracılığıyla da algı oluşturma etken olduğunu düşünebiliriz.

Umberto Eco, medyanın algı oluşturmada etkilerini dile getirdiği “Yengeç Adımlarıyla” eserinde ana kahraman olarak algılanmak için siyasetçinin ve medyanın düşman/lar yaratması gerektiğini dile getirmiştir.

Eco’nun düşüncesinden yola çıkarak psikolojik açıdan kendimize baktığımızda tekil olarak ebeveyn otoritesi gölgesinde yetiştirilen bir toplum olduğumuzu da göz ardı etmemek gerekir.

Üzerimizde ya annemiz ya babamız etkilidir genelde…medyada izlediğimiz gündeme dair haberlerden ziyade bilinçaltımızı tatlı tatlı kahramanlıkları rüya gibi algılatan sinemada öyledir.

Örneğin, Hollywood sinemasının etkili biçimde kullandığı kurgusal bir gerçeklik algısı vardır bilinçaltımızda oluşturulan.

Hollywood filmlerinde bir ana kahraman vardır ve bu bir kişi iken anti-kahramanların (kötü) sayısı o kadar çok olur.

Ana kahramanımız, anti kötü kahramanlara karşı sürekli mücadele vererek kâh insanlığın geleceğini kâh bir kent ya da bir aileyi kurtarma görevi üstlenen kişidir.

Ana kahraman tek başına yalnız bırakılır ve tek başına, bütün kötülükleri yapan anti-kahramanlarla filmin sonuna hep mücadele eder.

Hatta öyle mücadele eder ki; ailesinden, sevdiklerinden ve hatta kendi hayatından vazgeçecek kadar cesaret gösterir ana kahraman.

Seçmenin algısı tek ana kahramana mı yoksa Altılı Masa’ya mı daha yakın olarak kendini algılayabilir!

3 Şubat 2016 Çarşamba

Bir Delinin Haykırışı

Nostalji, başrollerinde Oleg YankovskyDomiziana Giordano ve Erland Josephson'un oynadığı ve Andrey Tarkovski'nin 1983 yılında İtalya'da çektiği ilk filmdir.
Film, ülkesini terk etmiş ve vatan özlemi duyan bir entelektüelin hikâyesini anlatır. Sinema dilinde pek rastlanmayan monologlar bu filmde fazlaca kullanılmış, böylelikle vatana duyulan özlem pekiştirilmiştir. Filmin çekimleri sırasında Tarkovski'nin sürgünde olması filmin başrol oyuncusunun aslında Tarkovski'yi oynadığı fikrini ortaya çıkarmıştır. Burada filmin eleştirisini değil, insanı ve var olduğu dünyayı sorgulatmaya yönelik kendi penceremden anlatmaya çalışacağım.

 Nostalghia filminde, Tarkovski, beynimize buzdan balyoz gibi inen monolog unutulmaz!
"Deli bir adam size kendinizden utanmanızı söylüyorsa ne biçim bir dünyadır burası!"

Ne zaman hayal kırıklığına uğrasak beynimizdeki zigzag düşünceler, düz bir çizgi oluveriyor sanki...
Duyduğumuz her olumsuz cümle, olumsuz bir bakış tepetaklak ediyor.
İçimiz mezarlıklar şehri gibi, neyin yükü, neyin hamallığı bu?
İnsanın yüklendiği ''anlam'' ne olabilirdi?
Şairlerin, şiirleri yazdıkları kadar güzel okuyamamaları, nedense hep garip gelmiştir insanlara!
İnsan, kendi üzerindeki ''benlik'' şairane duygularını mı kaybediyordu?
Her şeyi görünür etmek, görünür kılma,  nesneye dönüştürmek...
Bir nesneden öte de anlamımız kalmamıştı sanki...
Film, bizlere,'' sahi gerçekte bizler kimleriz?'' Sorusunu sorgulatıyor:
Kendi varlığını anlamlı kılmaya çalışan bizler, kimleriz, nerede duruyoruz?
Bu yaşamın neresindeyiz?




"Her insanda dünyanın, gördüğü ve algıladığı şekilde var olduğunu sanma eğilimi vardır. Ancak dünya ne yazık ki bambaşkadır''der Tarkovsky
Bir Delinin Haykırışı'nı şu sözlerle, içinde bulunduğumuz sistemi özetler gibi seslenir: ''İnsanlar arasında ilişki öyle şekil almıştır ki, sonuçta hiç kimse kendinden bir şey beklememekte, herkes kendisini etik çabalardan soyutlayarak kendisiyle ilgili talepleri diğer insanların, bir anlamda tüm insanlığın sırtına yıkmaktadır. Uyumlu olmak, kendini feda etmek, geleceğin inşasına katılmak; bunlar hep başkalarından beklenen hasletlerdendir. kişinin kendisi bu sürece hiçbir şekilde katılmamakta, dünyada olup bitenlerden kişi olarak kendisini sorumlu tutmamaktadır. 

Bu sorumluluktan kaçmak, kendi bireyci çıkarlarını genelin yüce görevlerine feda etmemek için de binlerce neden öne sürmektedir. Hiç kimsede dönüp kendine bakacak, kendi hayatına, kendi ruhuna karşı olan sorumluluğunu ele alacak ne bir istek, ne de cesaret vardır."
Hayatımıza dair bir sürü izlenimleri böylece özenle katlayarak saklarız. 
Hemen her şeyi yazmak mı, yazmamak mı? Kim bilir...Biraz kendimize, iç kabuğumuza çekilmek... Dünyamızı dinlemek, doğayı dinlemek nasıl olurdu?

İnsanın kendisiyle tanışması, tanışma korkusu yutar benliğindeki gerçek var olma özünü...
Tanımak istediğiniz kendinizle tanışın, tanıyın. Her tanışıklıkta kişi bir başka boyuta evrilen benliğinizdeki kendi  tablonuzu seyredin, yoksa bir başkası kendi duvarındaki ayna blokların da var olursunuz...

Kendinizi, var olma gerçekliğinizi seyretmediğiniz de, bilmediğiniz de, başkalarının aynasında gölgenizin izin verildiği kadar izlersiniz, kendi aldığınız oyun payını. 
İnsan için değişmenin vakti geldiğinde, hayat bazen öyle rahatsız kılar ki sonunda değişmek ya da gelişmekten başka çareniz kalmaz da...

Görüntülerle oynamak, pekala kelimelerle oynamaktan daha eğlenceli olabilir. 
Ve daha tehlikeli...
Çünkü "Yağmur birleştirir, şemsiye böler.''  Bir Delinin Haykırışı filmi, yağmurla bedenin birleşmesinin ince temasını işler. Avucumuzun içinde bir "sevgi-merhamet-saygı" kaldı,  savurun gökyüzüne doğru, bir başka sevgiyle, bir başka merhametle, bir başka saygınlıkla buluşsun maviliklerde, ıssız derinliklerinizde...

Görüntümüzle değil, iç ses kelimelerimizle oynamak hayatı eğlenceli, tutkulu daha doğal ve yaşanılır kılacaktır.

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...