Kant etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kant etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2025 Çarşamba

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlendirmek için paradigmatik bir yaklaşım olarak benimsemişti. Ancak, bu, psikanalizin aşkın idealizmi onayladığı anlamına gelmez. Freud'un kendisi, bu kavramı reddetmiş olsa da, bir nesne (das Ding) ile fantezi arasındaki uçurumun ilk kez Kant tarafından ortaya atıldığını söylemek mümkündür. Kant'a göre, sezgi, yani duyusal deneyim, insanın öznel deneyimi aracılığıyla mantıkta bir rol oynar, bu da nesnelerin anlaşılmasını sınırlayan bir faktördür.

Kant'ın Das Ding (şey) kavramı, Freud'un bilinçdışı üzerine yaptığı çalışmalarla güçlü bir ilişki kurar. Kant’ın das Ding teorisi, herhangi bir nesnenin, olduğu gibi bilinmesinin mümkün olmadığını savunur. İnsanlar yalnızca duyuları aracılığıyla bu nesnenin somut yönlerini bilebilir, yani das Ding'in tam özü, insan algısının ötesindedir. Kant, insanın deneyimlediği şeyin, sadece duyusal algılar yoluyla somut özelliklerinden ibaret olduğunu belirtir. Ancak bu, insanın nesneler hakkında sahip olduğu bilginin sınırlı olduğu anlamına gelir. Das Ding, insan algısına her zaman kapanık, gizemli bir öğedir.

Freud, bu felsefi yaklaşımdan yararlanarak, bir bireyin, das Ding ile karşılaştığında yaşadığı travmayı yalnızca sınırlı bir kapasitede anlayabileceğini öne sürmüştür. Kant'ın, das Ding'in insan algısı tarafından tamamen bilinemez olduğu fikri, Freud için önemli bir açılım sağlar. Freud, bir bireyin karşılaştığı travmatik olayın yalnızca belirli yönlerini anlayabildiğini savunur. Bu, Kant'ın Das Ding ile ilgili düşüncesine dayanan bir gözlemdi. Kant, nesnelerle karşılaşmaların, ancak duyuların sınırları nedeniyle özümsenebileceğini ileri sürerken, Freud da benzer şekilde, travmatik bir olayın, birey tarafından sadece sınırlı bir biçimde algılanabileceğini belirtmiştir.

Freud'un psikanalizindeki "semptom" kavramı, bu düşüncenin bir uzantısı olarak ortaya çıkar. Semptomlar, bir bireyin, das Ding ile karşılaştığı travmatik anı nasıl deneyimlediğinin bir yansımasıdır. Kant, sentetik bir deneyim anlayışına sahipti; yani, insan deneyimi, algılar ve anlamlar arasında birleştirici bir biçimde şekillenir. Freud, bu anlayışı psikanalizinde kullanarak, semptomların, bilinçdışındaki bir travmaya yanıt olarak geliştiğini öne sürmüştür.

Kant'ın sentetik a priori deneyim anlayışı, psikanalizin imkanlarını açan bir kavram olarak önemli bir rol oynar. Çünkü sentetik deneyim, duyuların ötesine geçerek, bilinçdışını etkileyebilecek a priori bir yapıyı ortaya koyar. Psikanaliz, aşırı soyut bir Kantçı aşkın idealizme indirgenemez, ancak yine de Kant'ın sentetik a priori deneyim fikri, Freud'un bilinçdışı teorisinin şekillendirilmesinde önemli bir iz bırakmıştır.

Freud'un psikanalizi ve Kant'ın felsefesi, insanın içsel dünyasını anlamada benzer sınırlılıkları paylaşır. Kant, das Ding'in insan algısına asla tamamen açılmadığını belirtirken, Freud da bireyin bilinçdışındaki travmaların ancak sınırlı bir biçimde anlaşılabileceğini vurgulamıştır. Kant'ın das Ding kavramı, psikanaliz için bir temel teşkil etmiş ve Freud'un bilinçdışı anlayışının şekillenmesinde önemli bir felsefi zemin oluşturmuştur. Freud, Kant'ın bu felsefi kavramını, travmanın algısal ve semptomatik deneyimlerinin anlaşılması için kullanmıştır.

6 Ocak 2016 Çarşamba

''Başkalarını kendi amaçlarını gerçekleştirmek için araç olarak görme.''

6 Ocak Dünya İyilik Günü olarak kutlanan bu önemli günde Kant'ın, ahlak felsefesi bizlere dünyanın içinde nasıl yaşadığımıza ışık tutacağı düşüncesinden yola çıkarak yazmaya çalıştım. Kant on sekizinci yüzyıl Aydınlanma düşünürüdür.  Kant,''ÖyIe davran ki, davranışIarın geneI kuraI haIine geIsin'' der. Bu bağlamda Kant'a kulak kesilmek gerekir diye düşüyorum. 

Kant ''Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.

 Bireyi, insan aklını merkeze alan ve insan aklını her şeyin başı sayan anlayışa sahiptir. Kant, aklın, insanı diğer varlıklardan ayıran temel yetenek olduğunu belirtir. Bilgi alanından  metafizikten kaçınırken, ahlak alanında tam bir rasyonalisttir; akılda her türlü veriden önce önceden mevcut ilkeler ve yasalar vardır. İnsanı insan yapan işte bu ahlak donanımıdır, önceden mevcut ilkeler ve yasalardır ki bunlar sonradan edinilemez. 

Kant'ın ahlak teorisi (Aristo'nun erdem etiği ve faydacı ahlak anlayışı ile beraber) günümüze kadar gelen ahlak anlayışlarındandır. Ahlak felsefesi, yalnızca mutluluk felsefesi demek olsaydı onun temel oluşturacak a piori bir ilkeyi araştırmak anlamsız olurdu. Ahlak, her kişinin özgür olduğu ve akıl sahibi bulunduğu varsayımından hareket eder. Akıl aracılığı ile insan, kendi algılarını kurallar içinde toplar, bilinç halinde birleştirir. Böylece duyular evreninin fenomenleri konusunda bilgiye ulaşır. Ayrıca insan, akli bir varlık olarak ahlaki özgürlüğe ulaşır. Duyuların ve nedensellik kanunun etkisinden kurtulabilir. 

Kant'ın özgürlük anlayışının temeli de burada belirir. Ahlaki emirler, insanın özel eğilimlerinden değil, özgür ve akıl sahibi benliğine yönelir. Akıl bize nasıl davranmamız gerektiğini gösterir. Hatta bu davranışın herhangi bir örneği bulunmasa dahi. İnsan aklı ile istediğini istemediğinden ayırır, davranışlar arasında seçim yapar. İsteme ve istememe akılla ilgili olduğu veya aklın müdahalesi içinde bulunduğu zaman seçim söz konusu olur. Kant'ta ahlak yasaları da bireyin aklından çıkmaktadır. 
Kant ahlak felsefesinde bireyci ve rasyonalisttir. Ahlak yasaları, yere, zamana, göre değişmeyen, aklın ortaklığında evrensellikleri olduğundan ahlak yasaları evrensel ve mutlaktır. Yani Kant'a göre ahlak yasaları her durumda her birey için geçerlidir. Her hangi bir koşula bağlı değildir, koşulsuzdur. Kant'ın ahlak anlayışını anlatan temel kavram ''ödev etiği''dir. 

Ödev etiği, sonuçlara göre değerlendirilmeyen bir alandır. Çünkü sonuçsalcı yaklaşımda ahlaki davranış dış dünyada yaratacağı sonuca bağımlı ve insan da bu yüzden otonom değilken, Kant etiği insanın pratik olarak tam rasyonel bir varlık olduğu temelinden hareketle özgürlüğü önemsenir.  Kant'a göre ''dünyada, hatta dünyanın dışında iyi niyetten başka kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek hiçbir şey düşünülemez.'' Kant'a göre, bize bağlı olmayıp bizi bağlayan sonuçlar ne olursa olsun, bireyin niyetinin önemli olması önemlidir. 
Bireyin bu niyeti, dışardan gelen baskılar ile belirlenmemiştir, bireyin otonom varlığından gelir. Dışarıdan gelen toplumsal baskılar, yaptırım korkusu gibi baskılar (yasal, dini- manevi, maddi yaptırım gibi) nedeniyle hareket etmek Kant'a göre niyet ahlaken iyi değildir, çünkü otonomi bozulur, eylemimiz dışardan gelen bir güçle belirlenmiş olur ve özgürlüğe zarar verir. Bireyin ahlakı dışarıdan belirlenmişse, bireyin niyeti ahlaki değildir.

İyi niyet, insanı (bireyi), yardıma muhtaç bulunan başka bir insana, ona karşı hiçbir sempati, bağlılık ( dini- manevi- sevgi- kan bağı gibi) duymasa dahi ödevi ödev olarak yapma ilkesi dolayısıyla yardıma götürür.  Belli bir sonuca ulaşmak için belli bir şekilde davranması, ya da salt başarıya ulaşmak için belli davranış biçimi benimsemesi yeterli değildir. Ödev etiği, rasyonel olmayı, otonom ve iyi irade sahibi olmasını bireyin ahlak yasalarında kendi koymasını ister. Kant,'' İnsanlar ışığı görmez, ışıkla görür''der. Kısaca ahlak etiği, göreni, görmeyen ile eşitleyen tek şey kendi içimizdeki karanlık dünyadır.

30 Aralık 2015 Çarşamba

Montesquieu: "Az bilmek için, çok okumak gereklidir."der

Immnauel Kant, 1724 yılında Doğu Prusya  sınırları içindeki Königsberg'de dünyaya gelir. 1804'teki fiziksel ölmüne kadar kentte yaşamıştır. 12 çocuklu bir saraç ustasının oğlu olarak dar yaşam koşulları içinde büyür. Eğitimi sırasında Leibniz Wolff'dan etkilendi. 1755 tarihinde doçent derecesi aldıktan sonra üniversitede çeşitli sosyal bilim alanlarında dersler vermeye başladı. Kant başlangıçta fizik ve astronomi alanında yazı yazdı. 1755 yılında ''Evrensel Doğal Tarih  ve Cennet Teorisi adlı eserini yazdı. 1770'den sonra Hume, Rousseau etkisiyle eleştirel felsefesini geliştirdi. ''Hume'un felsefesinin kendisini dogmatik uykusundan uyandırdığını'' belirtir. Kant'ın yaşamına dışardan bakıldığında basit bir yaşama sahip olmuştur.  Kant, özel öğretmen olarak başladığı meslek yaşamını profesör olarak tamamlamıştır. Monoton görüntü çizen yaşamını teorik uğraşlara adamıştır. Kant, Epistomolojisi, neyi, nasıl, ne kadar bilebiliriz sorularını tartışmıştır. Biliginin kaynağı olarak salt aklı ya da salt deneyi yetersiz bulur Kant. Ona göre bilgi hem, akıl hem de deney ile elde edilebilir. Kant, epistomolojide eleştirel akılcılığa varmadan önce rasyonalistti. Ancak kendi tabiriyle onu dogmatik uykudan uyandıran  David Hume olmuştur. Hume, her türlü aklın deneyden geldiğini söyler, hatta tümevarım yöntemi Hume'ye atfedilir. Hume'ye göre deney, zorunlu ve eksiksiz bilgiyi veremez, objenin dünyanın her yerinde ve çok sayıdaki bu objelerin tümünü deneyimlememiz mümkün değildir. Hume'a göre evrende her şey belli bir deternizmle, nedensellikle işler düşüncesi yanlıştır. Çünkü Hume'a göre nedensellik insan psikojisinden doğan bir şeydir. Böylece Hume'un şüpheci olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Hume'un göre, neden ve sonucu yan yana görmek bizde bir alışkanlık doğurur, hiç kimse  neden ve sonuç arasındaki nedensellik bağını gözlemleyemez. Kant'ın Hume'den ayrıldığı nokta burasıdır. Kant, akılcılardan, bilginin önceden zihinde var olup sonradan anımsandığı görüşünün aksini savunarak ayrılır.  Bu durumda duyu verilerini işleyen, düzenleyen, sınıflandıran formlar olmasaydı duyu verileri bilgiye dönüşmezdi. Ayrıca duyu verileri bilginin ham maddesi olarak mevcuttur. Her ikisi de (duyu verileri ve zihindeki formlar) bilginin imkanlı olması  bakımından kati surette bir arada olmalıdır. Bu formlar yer, zaman, nedenselliktir. Bunlar  için de dörtlü dörtlü kategori vardır.  Toplamda on iki form bulunur. Temel de ise  bu üç (yer, zaman, nedensellik) form bulunur.

Örnek: Bir insanın (varlık)doğumu ele alınsa;
1-İnsanın nerede doğduğu
2-İnsanın ne zaman doğduğu
3-İnsanın neden dünyada olduğu
bilinmelidir.  Bu üç veri olmadan hiç bir şey anlaşılmayacaktır. İnsan hiçbir yerde, hiçbir zaman, herhangi  bir neden olmaksızın dünyada demek, saçmalamaktır,bir  anlamı yoktur. Nerede doğduğumuzu bilebiliriz, ne zaman doğduğumuzu da bilebiliriz, ama neden dünyada olduğumuzu Kant'ın nedenselliği ile açımlamak gerekirse; fiziksel ölümümüz gerçekleştiğinde bilinebilir. Ayrıca bu bilgiyi bizler değil bizden sonra var olan varlıklar deneyimleyeceklerdir. Kendini bilmeyen varlık içinde var olduğu, zaman biçiminde var olan sadece varlıktır...Varlık içinde bulunduğu yer ve zaman içinde bulut gibidir, nedensellik olarak  'iyi ya da kötü' olması fark etmez. Çünkü her bulut yüklendiği enerjiyi taşır.  Ve zaman varlığı, varlıkta zamanı ölçer. Oysa ki zaman iki unsuru koşul kılar varlığa:tutku ve eylem. Tutku varlığın oluş biçimi ,eylem varlığın varlık nedenidir.
Bu bağlamda, Kant'ın Hume'un nedenselliğinden farkı; Hume nedenselliği psikolojik çağrışımlara dayanan bir alışkanlık olduğunu söylerken, Kant'ta nedensellik bir alışkanlık veya psikolojik bir unsur değil, insan aklından önceden mevcut bir veridir. Kant'a göre akılda a piori mevcuttur. Bilgi, duyu verilerinin akılda çekmeceler halinde bulunan formlara girmesiyle ortaya konur. Bilgi ancak bu formlar ile sınırlıdır. Yani dış dünyadaki olgular, veriler, aklımızdaki kategoriler öyle emrettiği için ve bu kategorilerle sınırlı olarak bilebiliriz. Bu şu demektir; aklımızın sınırları dışında  kalan kısımları bilemeyiz. Yani bana görünenin ve görünenin aklına girip  bilgi sürecinin tamamlandığı formların bize söylediğinin dışında bilgi mümkün değildir. O halde, varlığın duyulan kısmı ve aklımızdaki formların dışında kalan şeyi , varlığın aslını, kendi aslını, kendisini asla bilemeyiz. Deneyimin ve aklın programlandığı biçimde ve bu biçimde sınırlı bilgi sahibiyiz;  şeylerin aslı ise bu sınırların dışında kaldığı için bilinemez. Burası metafizik alandır. Bu bilme yetisinin Kant'ta bilimin de sınırlarını gösterir. Teorik akıl bu sınırlarla sınırlandırılmıştır.

30 Kasım 2015 Pazartesi

Geri Kalmış Ülkelerde Moda İhtiyactır



"İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayatla olan saf ilişkisini yitirir." der Andrei Tarkovski
İnsanlık olarak, insani değer ilkelerini parçalayarak, bölerek ilerliyoruz; zaten bölünmüş bir alana atılan neden parçalamaya da devam etmez ki? Ama öylelik, insanda daha da bölünmüşlük haline geliyor. Yani aslında parçalamak keyif vericidir, bölünmüşlük bölüştürülür, ilke hücrelerimiz buna imkan sağlayabilecek bir efsunlanma alanıdır. Çalışmayan kalksın yorulsun derhal, yapamayacağını düşündürecek kadar yük ile...Hücre bölünmüşlüklerle ilkesizlik içindedir, artık...
Sosyal psikolojide önemli bir vurgu noktası vardır.  "Geri kalmış ülkelerde moda bir ihtiyaçtır.'' Moda ihtiyacı bir zamanlar giyim ya da benzeri şeylerdi. Şimdilerde moda ihtiyacını bireysel düzeyde ve gruplar olarak sosyal medyaya uygularsak bu durum, yüzyüze sosyal iletişim kuramayan sosyal varlık insanı ve sosyal varlık olamamanın getirdiği edilgen bireysellik içinde sosyal moda ihtiyacı marjinal doygunluk seviyesine ulaşamayan bir toplum getirisi olması kaçınılmaz olacaktır. Güncel hayatta birbirlerine duygularını (öfke, kin,sevgi) ifade edemeyenler adeta sosyal medyada sözlerimle toslamaktan ziyade, yazdıklarımla toslayarak okşamayı yeğlerim düşüncesinde. 

Oysa ki, söylenen sözleri unutan bir yapımız olmasına karşın okuduklarımız daha kalıcıdır zihnimizde...Freud,  Ket Vurma Belirti ve Korku incelemesinde: '' Korkunun beklentiyle çok açık ilişkisi vardır; o birşeyden korkmaktır. Onda belirsizlik ve objesizlik özellikleri vardır; konuşma dili bir objeyi bulunduğunda onun adını bile değiştirir ve onun yerine ürküntüyü koyar.'' der. Günümüzün moda ihtiyacında bize dayatılan 'kültür endüstrisi’ ya da ‘idare altına alınmış dünya’ gibi (…) temalar, aydınlanmayla başlayan evrensel kötülüğün sonuçları değil, kamusal alanın kültürel ve politik işlevlerinin kaybolması, daha doğrusu kamusal alanın kültürel ve politik işlevlerinden arındırılması, bu işlevlerinin giderilmesinin sonuçlarıdır.”, bu yaklaşımdaki problem söz konusu mecali kalmamışlık durumunun, Kant’ın cümlesindeki dolaylı ve içkin olarak gözlemlenebilen ''sermayenin gizeminin'' ('birikim olsun!') ve tarihsel süreçlerin tümlüğünün parçası oluşunun ıskalanmasıdır. O, mecali olmama durumu, sosyal medyanın “muhabbet” dilinden(!) medya düzeneklerine, tüm kamusal söylemlerde gözlemlenebilecek bir haldedir. Gündelik haberler her gün dayak yiyen, ölen, kaza geçiren, bedensel-sosyal-kültürel travmalar geçiren işçiler, çalışanlar, kadınlar, çocuklar, toplulukları gösteriyor ve onları temsil eden her birey/topluluk göremezden geliniyor. Estetik her dillendirme etkisizleştiriliyor ve düşünce hayatının nasıl sönümlendiğini görüyoruz. çünkü moda ihtiyacı; aydınlanma sürecinin ardına alabilen  olan, “üretken işbirliğinin düzenleyicisi olarak oynadığı geleneksel rolden ayrılan sermaye, bir zorla ele geçirme aygıtı biçimini alma eğilimi gösterir.”
Foucault’un belirttiği ve dikkat çektiği nokta olan ifadesi, “tabi kılınmış özneye ilişkisel bir kuram sağlandığı şeklinde okunabileceği” tespitini izleyebiliriz: “kapital’deki artı değer kuramını ya da yabancılaşmış emek... İnsanların yaşamlarını başkalarına ait nesnelere dökerek nasıl kendilerini tabi kılınmış halde oluşturduklarının öyküleri olarak okumak mümkündür. Hegel'in tarihin ya da aklın hilesi olarak tanımladığı durumu açmayı gerektirir. “kolektif tarihin hiç beklenmeyen bir sonuç üretmek için bireylerin, hatta tek tek ulusların tutkularını ve niyetlerini onlara çaktırmadan kullanma biçimiydi''der. Şimdilerde de ihtiyaç olarak sunulan ihtiyaç duyulan modalarımız...
Dijital ortamda, dünyanın gerçekçi  dolayımları görülüyor, fark ediliyor, biliniyor; bedenin, var oluşun, “aklın”, “enerjilerin” kullanılabiliyor olmasına hiçbir çare olmadığı da yaşanıyor.  Öte yandan da... İnsani duygulara organik ve dijital tüm kuşatılmışlıklarını ve kullanılabilirliklerini modernlik sanan bir toplumun, küresel toplama kampları olarak sıkıştırıldıklarını dijital beton kentlerde; sermaye, iş gücü, yaratıcılık stokları/ blokları oluşturdukları kadar; sınıfsal geçişlilik,  sistem güvenliği  işlevleri/makinasallıkların oluşturdukları; ancak daha asli işlevlerinin algı yanılsaması stokları/ bloklarına indirgenmişlikleri ile ilgili zamanlarını tüketen/ üretici-tüketiciler olduğunu yadsıyamayız.   

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...