15 Eylül 2023 Cuma

Pozlamayı unutmayın!

 

Her psikoloğun terapi pratiğinde, danışanının endişesi, korku ya da panik halinde olduğu anlarda yardımcı olmak zorunda olduğu durumlar vardır. Bu yazımda böyle durumlarda danışanı sakinleştirebileceğiniz ve onunla ilk karşılaşmada güvenli iletişimi dile getirmeye çalışacağım. Psikoloji bilimi bana göre ilkin iletişim kurma becerisi çatısı altında daha güçlü olacaktır. Yine nefes/egzersiz eğitmeni olarak sizlere iletişim kurarken kullanabileceğiniz yöntemler paylaşmaya karar verdiğim için bu yazıyı kaleme aldım. Sürçü-lisan edersem şimdiden afola! 

Belirtmeden geçmek istemiyorum: ayrıca nefes egzersizi ve iletişim pozlama kopyalamasını gündelik hayatın içinde psikologlar haricinde insana karşı hassasiyeti olan ve duyarlı herkes uygulayabilir.

İletişim kurmada özellikle güçlü duygu durumlarında beden dili ve ses tonu çok önemlidir. Diğerine kelimelerden önce beden dilimiz, ses tonumuz ve nefes alırken dinginliğimizle duygusal refahın güvenini de aktarırız. Özellikle bir danışanın ilk kez bir psikologla karşılaştığı an anılarının, acılarının, geçmiş deneyimlerinin çıplak kalacağı anların başlangıcıdır. Danışanla ilk karşılaşmada yoğun duygu anlarda sözlü olmayan sinyallere karşı daha çok hassas olacaktır. Ve yine hepimiz hassas olmaz mıyız? Elbet ki hassas oluruz. Doğal olanda bu denilebilir.

Yardımınıza ihtiyacı olan bir insanın pozunu kopyalamaya çalışın. Ciddi şekilde rahatsızlandığında, bilinçsiz olduğunda bir istisna yoktur ve onun duruşunu kopyalarsanız. Bilinçsizliği sizi kendisine olan tehditten ya da herhangi bir stres veya kaygıdan uzaklaştırır. Ve bu aranızdaki güven oluşturma yolunda ilk adımdır. Bu noktada günlük hayatın içinde iletişim kurduğumuz her insan pozlama anında  kendi duygularını sizin kendi duygularınız gibi algılar.


Pozu takip ederek nefes almayı da kopyalanabilirsiniz: Nefesin hızı, ritim ve derinliği önemlidir. Yardıma ihtiyacı olan bir insanın o anki nefes ritimlerini sizin ritimlerinizle senkronize etmesi gerekir. Böylece nefes almaları kontrolsüz bir hareket haline gelmez, çünkü aralıklı ve kararsız nefes ritmi, stresli deneyimlerin şiddetlenme olasılığı durumunda o kadar artar ki hızının, ritminin ve derinliğinin sakinleşmesi gerekir. Bir süre sonra onunla birlikte nefes aldığınızdan emin olmak, nefes ritmini yavaşlatmaya ve derinliğini artırmaya başlarsınız. Sizin ritimleri senkronize ederek yavaş yavaş nefes alması sizinle aynı duruma gelecektir.

Konuşmaya hazır olduğunu anladığınız da ise asla sözünü kesmeyin! İpuçları veya tavsiyeler vermeyin! Dinleyin! Duygusal dinlemeniz bağlamında sakinleşirken durumu hakkında sorular sorun. Unutmayın, telaffuz edildiği zaman, kod onun ve sizin için gereklidir. Onun için- gerginliği düşürmek, önemli şeylerden konuşmak; sizin için- durumu düşünmek ve ortak bir tartışmaya hazırlanmak için zaman ayırmak içindir. Bu insanın o anki düşüncelerinin saçma olduğunu düşünüyorsanız da, onun düşüncelerine katılın! Bu bir destek ve kabul eylemi olacaktır. Çünkü onun için orada yani yardım almak için sizin yanınızdadır.

 

Kısacası, çok basit: danışanın pozunu kopyalayın, onun nefesi kopyalayın- böylece temel bir güven ilişkisini kurun ve sonra bu güvene dayalı olarak onu duygusal olarak dinlemeye başlayın. Ve bir insan sakinleştiğinde, ihtiyacı olan kaynakları aramasına yardımcı olmak için mantık, analiz ve gerçeklerle çalışmaya başlanabilir.

Kendinize ve size yakın olanlara iyi bakın! 

Onları pozlamayı unutmayın!

“NİRVANA’NIN BAŞLANGICI”

 

“NİRVANA’NIN BAŞLANGICI”

 

Psikoanalizin babası Sigmund Freud, psikoloji alanında devrim yaratan sayısız yenilikçi kavramı tanıttı. Bunlar arasında, psikanalizin metapsikolojik modelinin temel bir bileşeni olan “Nirvana İlkesi” de yer alıyor.

 

Freud, psişik işlev teorisinin kilit bir bileşeni olarak Nirvana İlkesini tanıttı.

Nirvana İlkesi kavramı, “Haz İlkesinin Ötesinde” (1920) eserinde ortaya çıktı. Bundan önce Freud, çoğunlukla “Haz İlkesi”ne odaklanmış, bireylerin zevk aradıkları ve acıdan kaçındıkları, “gerginlik durumu” olarak anlaşılmıştır.

Ancak, Freud’un travmadan kurtulanlar, özellikle de savaş gazileri hakkındaki gözlemleri, bu doğrusal görüşü soruya getirdi.

Freud “Haz İlkesinin Ötesinde” bireylerin de “ölüm nabzı” ya da “Thanatos” olarak adlandırdığı bir eğilimden etkilendiği fikrini ortaya koydu. Bu itme, bireyleri kendine zarar veren ve saldırgan davranışlara ittiği gibi Haz İlkesi’ne muhalefettir. Freud, Thanatos dürtüsünün, zevk arayışlarının belirgin bir zıttı olarak, kendilerini ölüme götürebilecek bireylerde karşı konulmaz bir gücü temsil ettiğini belirtmiştir. Freud, yaşamı onaylayan (zevk ilkesiyle ilişkili) Eros ile yıkıcı Thanatos (Nirvana ilkesiyle ilişkili) arasındaki çatışmanın insanın psişik işlevinin merkezinde olduğunu varsayıyordu.

 

Nirvana İlkesi ile ilişkili kilit kavramlardan biri de “tekrar birleştirme”dir.

Acıya neden olsa bile travmatik deneyimleri tekrar etme dürtüsü, ölüm nabzı Thanatos’un bir ifadesi olarak görülebilir. Freud, bu dürtünün, acı deneyimleri tekrar gözden geçirmeyi içerse bile, bireylerin travmatik olaylarda ustalaşmaya ve kontrol etmeye çalıştıkları bir yol olduğunu öne sürdü.

 

Nirvana İlkesi’nin tanıtımı ve ölüm nabzı Freudyen teorisinde önemli bir değişime işaret etti.

 

Bu teorik yön, psikoterapi ve psikanaliz arasında bir bölünmeyi işaret ediyor: Nabzın ölümlü bir boyutunun varlığı, yok olmaya ve inorganik, varoluşun radikal tüketimine geri dönmesi, amacı iyileşme ve refah olan sadece “terapötik” için kabul edilemez bir paradoks oluşturur.

Psikoanaliz, ölüm nabzı ile desteklenen zevk almanın potansiyel sınırsız boyutu olan, sadece zevk arayışına ilişkindir.

 

Nirvana İlkesi kavramı tartışmasız ve eleştirisiz kalmamıştır. Bazı araştırmacılar deneysel kanıt eksikliği olduğunu ve bilimsel olarak test etmenin zor olduğunu iddia ediyor. Diğerleri ise evrensel uygulanabilirliğe sahip olmayan teorik bir yapıyı temsil ettiğini öne sürüyor. Bu eleştirilere rağmen, Nirvana İlkesi, Freudyen teorisinin kilit unsuru olarak kalıyor ve psikanalitik düşünceyi etkilemeye devam ediyor. Nirvana İlkesi, hayatın korunmasına, ölüme karşı hareket eden bir nabzın varlığını fark ederek Haz İlkesi’nin basit görüşünü meydan okur.

 

Sigmund Freud- Haz İlkesinin Ötesinde

PERSONA

 

JUNG’UN PERSONA’SI

 

Jung, kolektif bilinçaltını dolduran en ilginç arketipal unsurlardan biri “Persona” adlı arketipe özellikle önem vermiştir.

“Persona” ile Jung; herkesin kendi hayatında oynaması için adlandırıldığı “maske” ve “tiyatro kısmı” anlamına gelir.

“Gölge” kavramından farklı olarak, ifade edilmeyen, potansiyel, çıkarılan ve gizlenen şeylere değinen, “Kişi” adı verilen arketip, başkalarıyla ve toplumla olan ilişkide inşa edilen ve “sahnelenen” şeyleri ifade eder.

O zaman bireyin kendi kültürüne, onu çevreleyen sosyal beklentilerine, onları belli bir yola bağlayan bir tür kamuflaj bir adaptasyondur.

Bu maskenin ardında bireyin “Gerçek Benliğini” ne kadar kabul edilemez, utanç verici ve tekil karakterize ettiği gizli kalacaktır.

Jung’un herkesin kendini fark etmesi için çağrıldığı yol ya da süreç dediği “Tanımlama Süreci”, diğeriyle bağlantı kurmak için bir “maske”ye başvurma ihtiyacının üstesinden gelmekten geçer.

Bu, hem ait olma kültürünün sosyal, ahlaki ve baskıcı kısıtlamalarına kendi teslimiyetini aşma süreci, hem de bireyin “Gerçek Benliğini” karakterize eden şeyin kendini onaylama, aktif tanıma ve değerleştirmedir.

Jung’un da vurguladığı gibi, konunun koştuğu risk, bu maskeyle özdeşleşmesi ve “kendi oyununa inanması” ile sonuçlanması durumunda maskeyi öznelliği ile karıştırmasıdır.

“Persona” konsepti, psikanalist Donald W tarafından hazırlanan “sahte benlik” ile tekil rezonanslar sunar.

Winnicott’un teorisi “Sahte-Benlik” çocuğun öznelliği ile dış dünya arasındaki temasın etkisi olacaktır: Çevresinin ve dünyanın “medeniyetin talepleri” arasındaki çatışmalı ilişkiyi hafifletmek için yararlı bir tür koruma bariyeri veya tampon alan denilebilir.

Bu kavramlarda öznelliği yakalayan, onu başkalarının gözünde “kabul edilebilir” hale getirecek şekilde yönlendiren, özdeş, kültürel, ahlaki, etik ve davranışsal yönler vardır.

 

 

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...