Bizden önce var olan her insan bizler için bir beyaz adamdır. Aslında dünyaya gelen her birey de bir yerli! Papalangi
denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. Ama '' göğü delen'' anlamına
gelir. Samoa'ya ilk misyoner yelkenliyle gelmişti. Yerliler bu beyaz yelkenliyi
ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinde çıkıp geldiği bir delik.
O göğü delip geçmişti. ''Papalagi'yi okumak yetmez. Bizim içimizde küllenmiş olan duygularımızı yeniden canlandırmayı da öğrenmemiz gerek.''
Avrupa’nın
masumiyetini yıkan kötü ruhu temsil ettiğini düşünen kabile reisi tuiavii,
bizlere hiçbir zaman sahip olamayacağımız bir bakış açısıyla kendimizi anlatır.
kendimize hiçbir zaman tutmaya cesaret edemeyeceğimiz açıdan bir çeşit ayna
tutar ve saf bir üslupla düşüncelerini dile getirir.
Bizim unuttuğumuz
ritüel hayatın içinde bizi hatırlatan sözleri can alıcıdır:
'Birçok beyaz
adam, başkalarının kendisi için kazandığı paraları üst üste yığdıktan sonra
bunları çok iyi korunan bir yere getirir. Sonradan da üstüne ekler durur. Günün
birinde öyle bir an gelir ki kimsenin çalışmasına gerek kalmaz'' (...) ''Şimdi,
ne diyelim ki birinin çok parası var; hem öyle çok ki yüzlerce, binlerce kişi
bu parayla işlerini yoluna koyabilir. Ama bu paradan zırnık koklatmaz.Oturur
ağır kağıtların üstüne, kollarını sarar yuvarlak metallere, gözlerinde hırs ve
zevk parıtılarıyla bakınır durur.'' Sonrasında da can alıcı sorusuyla devam
eder. 'Bu kadar çok parayı ne yapacaksın?'' diye soracak olsan'' der.
''Bu dünyada giyinmekten, açlığını ve susuzluğunu bastırmaktan başka ne
istersin?'' desen, söyleyecek söz bulamaz ya da 'daha çok istiyorum, daha çok,
daha çok,'der. Böylece paranın hasta ettiğini, bütün duyularını ele geçirdiğini
anlarsın.''der (sayf. 39-40)
Para
ve kötülük kavramını birbiriyle bağdaştıran ve parayı beyaz adamın tanrısı
yapan Tuiavi, “kötülüğü ve beyazların korkusunu tanımamış olmanın mutluluğunu
hissedin.” diyerek beyaz adama olan bakışını çok net yansıtmıştır.
Beyaz adamın hiçbir zaman vazgeçemediği “şey”leri vardır ve çok anlamsızdırlar Tuavi’ye göre. beyaz adamsa yerlileri hiçbir şeyleri olmadığı için zavallı
görür ama yerlilerin o şeylere ihtiyacı zaten yoktur, çünkü şeyler insanın
yaptıklarıdır ve yaratıcı'nın yarattıklarıyla ile boy ölçüşemezler. beyaz adamın,
şeyleri icat ettiği için kendini tanrı gibi görmeye başladığını düşünür. Tuiavi’ye göre beyaz adamın kentleri bomboş el gibi çorak olduğu için o
“şey”lere sarılır ve onlarla avunur. ona göre insan çok fazla 'şey'e gereksinim
duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir ve beyaz adam çok
yoksuldur.
papalagi,
yalancı yaşamlar mekanına gitmeyi ve gerçek hayattan uzaklaşmayı sürü gibi görürken, yine ona göre gazete tüm
insanları tek bir kafa haline getirmeye ve tüm insanların kafalarını ve
düşüncelerini ele geçirmeye çalışır. kitabı okurken aklıma ilk gelen şey,
anlatımın sanki büyümüş de küçülmüş şeklinde tasvir edebileceğimiz saf dil betimlemelerle dolu olması.. Benzetmelerdeki mantık örgüsü kimi zaman “acaba gerçekten mi?” diye
düşündürürken bazen hafif bir tebessümle bazen de düşünceli bir tavırla “evet
sanırım öyle” cevabını vermenizi ve bambaşka bir açıdan hayatımıza ve genel
olarak yaşamın anlamına biraz daha düşünerek bakmamızı sağlamak...
Hayat insanları, soğuk
kayıtsızlık içinde bir yaşam sunmakta , zaman ise hepimizin kendi maskelerini
bir bir çekip alıyor...zamanla... Fakat
bazılarımız hep aynı maskeyi kullanırız, zaman yıpratır, kirletir maskelerimizi.
Kendine tutumlu kimselerizdir aslında da...Bir kısmımız geleceklerine saklarlar
tutum maskelerini; bir kısmımız da var ki yorulmadan maske değiştirir
yorulmacasına, ama yaşlandıkça da anlarız ki bir sonuncu maske kalmıştır
ellerimizde ,ve bu son maskedir
Kapital sistemde nasıl uyum içinde yaşadığımıza ikinci bir gözle baktırırken; kendini farklı açılardan görmek isteyenlere Erich Scheurmann'nın'' Göğü Delen Adam'' eserini nacizane öneririm.