Marcuse etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marcuse etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ağustos 2023 Cumartesi

Satürn’ün Gölgesinde

James Hollis’in kaleme aldığı “Satürn’ün Gölgesinde” adlı kitabı mitlerden yola çıktığı için oldukça dikkat çekici ve keyifli bir eser. Her nitelikte okuyucu içinde uygun diyebilirim. Mitler her ne kadar bizim yerel kültürümüzde efsane gibi algılanıp gereken önem verilmese de evrensel anlamda insanlık tarihi kadar eskidir. 

Yunan Mitolojisinde “Kronos” mitinin gücünü, kıskançlığını, güvensizliğini, şiddetini ve zorbalığını çağrıştıran erkek unsurdur. Kronos ile Rhea’nın evliliklerinden Hestia, Demeter, Hera adlarında üç kızla, Hades, Poseidon, Zeus adlı üç erkek çocuk dünyaya gelir. Yunan mitolojisinde çocuklarının katili Uranüs’tür. Buna karşın sadece en küçük oğlu Kronos annesinin yardımıyla babasını hadım edip tahtından indirmeyi başarmıştır.

Kronos kral olduğunda aynı hiddet ve şiddetle kendi çocuklarının da kafasını tek tek koparır. Satrün’ün söylencesi Roma Mitolojisine göre “Altınçağ Tanrısı” olarak da bilinir. Diğer tanrılar (krallar) gibi gökyüzünde yaşamaz. Satürn yeryüzünde yaşar. Tıpkı insanlar gibi…Yunan mitolojisindeki karşılığı ise Kronos’tur. O, zamanı kontrol eder, disiplin ve ahlak kurallarını belirler, tarım ve hasat konusunda ziraattın sembolüdür.

Mitolojiden yola çıkan Hollis, günümüzün modern ve çağdaş erkeğinin nevrotik sıkıntılarının ve iyileşme çabalarının anlattığı eserine “Satürn’ün Gölgesinde” adını vermiştir. Hollis için Kronos kadar Eros’da önemli bir tanrı figürü ve modern erkeğin nevrotik sıkıntılarını açıklamak için başvurduğu tanrıdır. Kronos kadar şiddet, güç ve zorbalık tanrısı değildir Eros.

Peki, Eros neden önemlidir? Mitolojik kaynaklarda, Antik Yunanlılara göre, tüm varlığın kaynaklarında yer alan ve aynı zamanda tanrıların en yaşlısı olabilen ve yine en genci olabilen olarak kabul edilen Eros’un her zaman öngörülemez olduğunu. Mekana aitlikten bağımsız olarak onun her yerde olduğunu kabul etmişlerdir. Eros bastırılıp yer altına sürüldüğünde öfkeli ve zalim olur. Kimseden rahatsız olmayan özgür Eros ibadetler için sunaklar inşa eder ve senfoniler yazar. Eros’un etki alanını aşk ilişkisine indirgenmesi nedeniyle çok daraltıldığını belirtmek gerekir. Eros elbette aşk ve cinsellik mevcut ama insani eylemlerimiz çok daha derin, sevgi gibi daha uzun ömürlü ve âşık olmaktan daha ziyade gizemli güçlerden etkileniyor denilebilir.

“Satürn’ün Gölgesinde” insanın gerçekte ne olduğunu, kişi kendine sevmeyi yasaklayıp (veya başkasının kendisine yasaklamasına izin verdiğinde) ve bu sevgiyi gösterdiğinde, bu gerçek olmayan sevgi, içsel bir korku ve belirsizlik, dışsal bir başkalarını kontrol ve itaat arzusu içinde ortaya çıkar. Sigmund Freud “Bir Yanılsamanın Geleceği-Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları” adlı eserinde: Eros’un insanlığı kaba gücün zorbalığından, barbarlığından kurtardığını belirtir. Eros, insanlığı bilinçsiz değil ama bütünüyle özbilinçli ussal birleşmelere doğru yönlendirir: “İnsanlık insan doğasının ereğidir.” Eros’un bilinçsiz olana en uzak, bilinçli olana en yakın olan duygu olduğunu belirtir ki... Eros, nefret duygusunu bastırmada, sevgi duygusunda ise bilince yakındır.

Herbert Marcuse “Eros ve Uygarlık- Freud Üzerine Felsefi Bir İnceleme” başlıklı eserinde; Eros üzerinde sonu gelmez kısıtlamalar en sonunda yaşam içgüdülerini zayıflatacağını, karşı çıkmaya “çağırılmış” oldukları güçlerin ise kendilerini yok etme kuvvetlerini güçlendirerek serbest bırakacağını ifade eder. Yine Sigmund Freud’un “Metapsikoloji” adlı eserinde Eros’u, Narsissistik libido varsayımı ile ve libido kavramının bireysel olarak genişletilmesi ile eşeysel (üreme işinde görev veren özel yaradılış) içgüdü bizim için yaşayıp-ölen canlıların parçalarını bir arada tutmaya çalışan, bi nevi zamk görevine dönüştüğünü belirtir. Eşeyselliği Eros’un nesnelere yönelik parçası olarak göründüğünü, kurgusal Eros’un yaşamın başından başlayarak etkin olduğunu “ölüm içgüdüsü” ile karşıtlık içinde “yaşam içgüdüsü” olarak kabul edildiğini belirtir Freud. 

Freud’a atıf yapan Marcuse’ye göre, zihinsel ekonomik bakış açısından, Süperego’nun işlev gören ahlak benzeri bir parçalanma ürünü olarak göründüğünü dile getirmektedir. Modern dünyada yabancılaşan Eros’un özgürleşmesi zorunlu olarak yok edici ve öldürücü bir güç olarak işleyecektir. Yine özgürleşen Eros’un yok ediciliğine karşı sağlamlaştırılmış üreme ahlakı devreye alınacaktır. 

Hollis ise, modern insanın uygarlığın yıkıcı güçlerini Eros’un üreme güdüsüne, aşk itkisini ise ekonomik olarak dönüştürmekte olduğunu savunur. Erkekler, pahalı arabasıyla, kocaman eviyle, yüksek makamıyla, statüsüyle övünen bir insandır. Bu insan kendisinde olan aşağılık duygusunu her şekilde ekonomik olarak telafi edecektir. Üst sınıf iş kahvaltıları ve insan gücü bu aşağılık kompleksinin dışa dönük bir ifadesi olarak hizmet edebilir, ancak gerçek dayanıklılığın acınası bir şekilde göstermelik bir yedek parçası veya yedek lastiğidir. 

Kısacası, uygarlığın getirisiyle aşağılık kompleksine nesne ilişkisiyle bastırmaya ya da gösterişin yıkıcılığıyla kullananların, sahip olduklarını düşündükleri benlikleri kendilerinin düşündükleri gibi değildir. Aslında yoklardır. Nesne var olduğu sürece onların Eroslar’ı ölüm-yaşam arasında işlevsellik gösterebilecektir. Yani her güç gösterisinin arkasında bir kompleks, kompleksin arkasında korku vardır. Hiçbir hayvan, insanlar için korkmuş bir hayvan kadar tehlikeli değildir. Sevginin olmadığı yerde sadece korku ve doldurulamayacak bir boşluk vardır. Sizce bir insan kimseyi sevmeyip aynı zamanda sakin ve kendine yetebilir mi?

Kabul ve annelik kompleksini de ritüeller açısından da değerlendirir Hollis...Ona göre, geçiş ritüelleri geleneğinde, annelik kompleksinin enerjisini doğrudan ve derinden etkilediği için, her birimizde mevcut olan son derece güçlü bağımlılık arzusunda büyük bir bilgelik olduğunu düşünmektedir. Bu hareketsiz cazibenin üstesinden gelmek içinde bilinçli duygusal deneyim gerektirmektedir. Aklı başında hiçbir insan gönüllü ayrışmayı istemez ve bu nedenle psikolojik ilgisizlik, korku ve bağımlılık hayatımızda baskın veya tehdit edici doğayı almaya başlamaktadır. Geleneksel kültürlerde erkek çocukların kabul törenleri kızların kabul törenlerinden daha geliştiğini, çünkü kızların annelerinden ayrıldıktan sonra yuvaya dönmeleri beklenilmektedir. 

Ritüellerde, erkek çocukları sadece anne kompleksinin hayatlarındaki özel öneminden dolayı değil, aynı zamanda erkek çocuklarının doğal dünyayı, “içgüdüsel” yaşamı terk edip yapay, insan yapımı uygarlık ve kültür dünyasına girmeleri beklentisinden dolayı etkilendiğini belirtir. Başka bir deyişle, rahat olma bağımlılığından kurtulmak için, genel olarak kaçındığınız koşullarda bulunmanıza izin vermelisiniz. Ama kendini yok etmeyi, kendini geliştirmeyi birbirine karıştırmamak için, bu tür ritüeller şart. Bir genç evden ayrılırsa sonu kötü bitebilir. Kampa ya da değişim programı üzerine ders çalışırsa ev sıcaklığından da mahrum kalıyor ama tehlikeler ve riskler daha az spontanedir.

 Hollis, her okuyucusunun zihninde farklı sorular oluşturacak bir yazar. 

Bir soruyla bitirmek gerekirse bu yazıyı: Eros’un sunduğu konfor alanınızda sonsuza kadar kalma arzusuyla nasıl savaşırsınız? Veya da ritüelinizin? 

Kaynakça:

Freud, S., Bir Yanılsamanın Geleceği-Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları

Freud, S., Metapsikoloji

Marcuse, H., Eros ve Uygarlık- Freud Üzerine Felsefi Bir İnceleme

Hollis, J., Satrün’ün Gölgesinde


Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...