Gorki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gorki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Şubat 2016 Perşembe

AÇLIK

Norveçli romancı Knut Hamsun, anne ve baba tarafından burjuva bir aileden 4 Ağustos 1859 tarihinde dünyaya geldi.
Hamsun'u, o dönemde ilginç kılan on dokuz yaşında, bir şiir, bir de romanının yayınlanmasıdır. Çeşitli mesleklerde şansını deneyen Hamsun, otuz yaşına geldiği halde, daha henüz hayatı belirli bir şeye yönelmemiştir.
Hamsun, yoksulların nasıl yaşadıklarını acı denemeler sonucu öğrenmişti.
Tabiata ve insanlığa sonsuz bir sevgi besliyordu.
Duygularını kalemiyle anlatacak güce de sahip olan Hamsun, 1888'de bir Danimarka dergisinde ''Açlık'' adını verdiği ilk romanı tefrika edilmeye başlandı.
Daha ilk tefrikalarda eser geniş bir ilgi uyandırdı. O günden sonra Hamsun tanınmış bir yazar oldu. Hamsun'un en sevdiği şey, yalnızlıktı. Çalışırken mutlaka yalnız olmak isterdi. Çoğu zaman kasaba oteline kapanırdı. Hamsun'un eserlerinin çoğu kendisiyle ilgilidir. 1920'de Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmış, eserleri çeşitli dillere çevrilmiştir.

AÇLIK: Yazarını şöhrete ulaştırmış eserdir. Gerçekçi bir konuyu işler. Hamsun'un yeni ve canlı deyişi hemen kendini belli eder. Hamsun, kişilerin dış görünüşlerinden çok, ruh hallerini ve bilinç altlarında kalmış düşünce ve emellerini anlatmakta ustalık gösterir. ''Açlık''ta ağır şartlar altında yaşayan bir adamın ruh halleri, düşünce çabaları incelenir. Fakat bu, bir klinik deneyleri raporunda olarak değil de, güzel bir edebiyat eseri halinde verilir. Diğer eserlerinde olduğu gibi, ''Açlık''ta da Hamsun'un gençlik ve macera günlerinden paçalar bulmak mümkündür. ''Açlık'' kusursuz bir gerçekçi romandır.

Hamsun'd, hayatı şöyle betimler: "İnsan yaşlandı mı hayatı paylaşmaktan el çeker, artık yalnız anılarla beslenir.  Gönderilmiş mektuplara benzeriz:  görevimiz bitmiştir, yollandığımız adrese gelmişizdir. Üzerimizde yazan şeylerle ister sevinç, ister keder yaratalım, istersek hiçbir etki bırakmamış olalım, böyledir bu."

İnsanın iç dünyasını betimlediği açlık düşüncelerinde, insan kabul etmeyeceği, tadını beğenmediği, zorla yedirilen lokmayı midesinden çıkartabilir, kusabilir de...Ya bilinçaltındaki kötülükleri nasıl kusup çıkartacaktı. Erdem, ahlakına uymayan düşüncelerini nasıl kabul edebilir... Toplumun nasıl bozulduğuna işareti şu sözleriyle verir: ''Tadı hiç birşeyin tadına benzemiyordu, bayatlamış kanın bulantı veren kokusu içime doluverdi, hemen kusmak zorunda kaldım. Bir daha denedim. İçim kaldırabilse, elbette yararlı bir etkisini görecektim. Önemli olan midemi yatıştırmaktı. Gene kustum. Öfkelendim, hınçla eti ısırdım. Bir parçasını koparıp kendimi zorlaya zorlaya yuttum. Bir işe yaramadı .Küçük et parçaları midemde ısınır ısınmaz hemen geri geliyorlardı.''


Maksim Gorki tarafından "Avrupa'nın en büyük sanatçısı" olarak tanımlanması da tesadüfi değildir. Bunun yanında Nazi sempatizanlığı ve ülkesinin Alman tehdidi altında olduğu bir dönemde Almanya'yı desteklemesi sanat camiası tarafından dışlanmasına neden olur.  Pek çok sanatçı da Hamsun'un bu sempatizanlığının sebebini çağdaş batı uygarlığını temsil eden ülkelere karşı duyduğu tepkiden kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir.  Yine de bir yazar olarak dehasına, verdiği eserlerle  gölge düşürmüyor.

Sabahattin Ali, Hamsun'a ithafen şöyle seslenir : ''Gürültüsüz, patırtısız ve tabiat kadar büyüktür. Kitaplarını okurken orada geniş, hudutsuz ve derin bir insan ruhundan başka bir şey aranmamalıdır.''der

Hamsun için bir anlamda sonun başlangıcını siyasi görüşü hazırlamıştır. İkinci dünya savaşı sırasında Nazileri desteklemesi, ülkesinin Almanya'ya karşı koymaması gerektiğini söylemesi ve rivayet olarak kalsa bile kazandığı Nobel Madalyasını Hitler'e armağan etmek istemesi gibi etmenler nedeniyle savaş sonrası Norveç toplumunda Hamsun büyük bir prestij kaybına uğrar ve vatana ihanet suçlamasından ötürü rekor bir para cezasına çarptırılır. ''Göçebe'' romanında olduğu gibi bir yaşlılar evine yerleştirilir ve 1952 yılında odasının banyosunda da ölü bulunur…

Hamsun bir doğa, inziva ve yalnızlık yazarı denebilir.
Toplumların unuttuğu, bir yazarın siyasi duruş ve görüşlerini eserlerinden ayrı olarak ele almak gerekir. Hamsun,  bu şekilde ele alınması gereken yazarların en önde gelenidir. Her ne olursa olsun Norveçliler onu hiçbir zaman tam olarak affetmemişler ve belki de tarihin en zarif protestosu ile bu büyük yazarı büyük bir utançla da baş başa bırakmışlardır.
Gustave Flaubert'de yazarın tarafsız olması gerektiği tezini savunur: '' Tanrı gibi yazarın da, taraf tutması doğru olmaz'' diyor ve '' Aynı zamanda yazarın her yerde gözü olmalı, fakat o kimseye görünmemeli,'' der. Hamsun'un yaptığı hata da kim bilir...Burada yatıyor olmalı...


ÖZET: Sabahleyin altıda uyandım, acıkmıştım. Ceplerimde ağzıma atacak bir şeyler araştırdım, ama bir ekmek kırıntısı bile bulamadım. Sabah erken kalkıp iş aramaya gitmem gerektiğini biliyordum, ama o güne kadar o kadar çok geri çevrilmiştim ki, gene bir yere başvurmaktan korkar gibiydim.
En sonunda biraz kağıt alıp dışarı çıktım. Hava elverirse parkta yazı yazabilirdim. Gazetelere yazabilecek birtakım güzel konular bulmuştum. Sokakta, ihtiyar, sakat bir adam, elinde ağır yük olduğu halde benden hızlı yürümeye çalışıyordu.
Adama yetiştiğim zaman süt alabilmek için benden yarım peni istedi. Cebimde kuruş bile olmadığını için, telaşla geri döndüm, eskicinin dükkanına girdim, yeleğimi çıkarıp önüne attım. Eskici bana biraz para verdi, ihtiyar sakat adamı buldum, istediği parayı verdim. Adam, bana bakarken hayretten ağzı açık kalmıştı. Fazla durmadan yoluma devam ettim. 

Devamını okumanız dileğiyle...


"Bahtımın hep kapalı oluşuna sebep neydi acaba? Yaşamak, başkaları kadar benim de hakkım değil miydi? Eski kitapçı Pascha, sevkiyatçı Hennechen kadar? Yoksa omuzlarım mı yoktu bir devin omuzları gibi; iki kuvvetli kolum mu yoktu çalışmak için? Günlük ekmeğimi kazanmak için, Möller caddesinde odun yarıcılık bile aramamış mıydım? Tembel miydim? İş bulmak için didinmemiş, üniversite derslerine devam etmemiş, gazete makaleleri yazmamış, gece gündüz deli gibi okuyup çalışmamış mıydım? Bir cimri gibi yaşamamış, param fazlaca oldu mu ekmek ve sütle, param az olunca kuru ekmekle karnımı doyurmamış mıydım? Hiç parasız kalınca açlığa katlanmamış mıydım? Otellerde mi oturmuş, ilk katlarda ayrı daireler mi tutmuştum? Bir izbede; şu son kış içeriye yağan karlarla, bütün dünyanın boşlayıp kaçtığı bir teneke atölyesinde barınıyordum. Bütün bu olup bitenlerden, artık hiç bir şey anlayamıyordum, hiçbir şey:
Yoluma devam ederken hep bunları düşündüm; aklımda garazın yahut kıskançlığın zerresi yoktu, zerresi."


"Aklıma sığdıramıyordum karanlığı. Bütün ölçülerin üstünde bir karanlıktı bu; yakınlığı altında eziliyordum. Gözlerimi kapadım, yarı sesli bir şarkı tutturdum, oyalanmak için yatağa uzandım, fakat boşuna!.. Karanlık, zihnimi kavramış, beni bir an olsun kendi halime bırakmıyordu. Ya içinde erir, karanlığa karışır gidersem?"


"Fakir aydın, zengin aydından çok daha kuvvetli görür. Fakir, attığı her adımda etrafına bakınır, insanlardan işittiği her kelimeyi şüpheyle dinler; her adım onun düşünce ve duygularına böylece bir vazife, bir iş yüklemiş olur. Onun kulağı deliktir, duygusu ince; o tecrübelidir, ruhu yanık yaralarıyla doludur."

Knut Hamsun - Açlık




Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...