James Hollis’in kaleme
aldığı “Satürn’ün Gölgesinde” adlı kitabı mitlerden yola çıktığı için oldukça dikkat çekici ve keyifli bir eser. Her nitelikte okuyucu içinde uygun diyebilirim. Mitler her ne kadar bizim yerel kültürümüzde efsane gibi algılanıp gereken önem verilmese de evrensel anlamda insanlık tarihi kadar eskidir.
Yunan Mitolojisinde “Kronos” mitinin gücünü, kıskançlığını, güvensizliğini, şiddetini ve
zorbalığını çağrıştıran erkek unsurdur. Kronos ile Rhea’nın
evliliklerinden Hestia, Demeter, Hera adlarında üç kızla, Hades, Poseidon, Zeus
adlı üç erkek çocuk dünyaya gelir. Yunan mitolojisinde çocuklarının katili
Uranüs’tür. Buna karşın sadece en küçük oğlu Kronos annesinin yardımıyla
babasını hadım edip tahtından indirmeyi başarmıştır.
Kronos kral olduğunda aynı
hiddet ve şiddetle kendi çocuklarının da kafasını tek tek koparır. Satrün’ün söylencesi Roma Mitolojisine göre “Altınçağ Tanrısı” olarak da
bilinir. Diğer tanrılar (krallar) gibi gökyüzünde yaşamaz. Satürn yeryüzünde yaşar.
Tıpkı insanlar gibi…Yunan mitolojisindeki karşılığı ise Kronos’tur. O, zamanı
kontrol eder, disiplin ve ahlak kurallarını belirler, tarım ve hasat konusunda ziraattın sembolüdür.
Mitolojiden yola çıkan Hollis, günümüzün modern ve çağdaş
erkeğinin nevrotik sıkıntılarının ve iyileşme çabalarının anlattığı eserine “Satürn’ün
Gölgesinde” adını vermiştir. Hollis için Kronos kadar Eros’da önemli bir tanrı
figürü ve modern erkeğin nevrotik sıkıntılarını açıklamak için başvurduğu tanrıdır.
Kronos kadar şiddet, güç ve zorbalık tanrısı değildir Eros.
Peki, Eros neden önemlidir?
Mitolojik kaynaklarda, Antik Yunanlılara göre, tüm varlığın
kaynaklarında yer alan ve aynı zamanda tanrıların en yaşlısı olabilen ve yine en genci olabilen olarak
kabul edilen Eros’un her zaman öngörülemez olduğunu. Mekana aitlikten bağımsız olarak onun her yerde olduğunu kabul
etmişlerdir. Eros bastırılıp yer altına sürüldüğünde öfkeli ve zalim olur.
Kimseden rahatsız olmayan özgür Eros ibadetler için sunaklar inşa eder ve senfoniler yazar. Eros’un etki alanını aşk ilişkisine indirgenmesi nedeniyle çok daraltıldığını belirtmek
gerekir. Eros elbette aşk ve cinsellik mevcut ama insani eylemlerimiz çok daha derin, sevgi
gibi daha uzun ömürlü ve âşık olmaktan daha ziyade gizemli güçlerden etkileniyor
denilebilir.
“Satürn’ün
Gölgesinde” insanın gerçekte ne olduğunu, kişi kendine sevmeyi yasaklayıp (veya
başkasının kendisine yasaklamasına izin verdiğinde) ve bu sevgiyi
gösterdiğinde, bu gerçek olmayan sevgi, içsel bir korku ve belirsizlik, dışsal
bir başkalarını kontrol ve itaat arzusu içinde ortaya çıkar. Sigmund Freud “Bir
Yanılsamanın Geleceği-Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları” adlı eserinde: Eros’un
insanlığı kaba gücün zorbalığından, barbarlığından kurtardığını belirtir. Eros,
insanlığı bilinçsiz değil ama bütünüyle özbilinçli ussal birleşmelere doğru
yönlendirir: “İnsanlık insan doğasının ereğidir.” Eros’un bilinçsiz olana en uzak,
bilinçli olana en yakın olan duygu olduğunu belirtir ki... Eros, nefret duygusunu
bastırmada, sevgi duygusunda ise bilince yakındır.
Herbert
Marcuse “Eros ve Uygarlık- Freud Üzerine Felsefi Bir İnceleme” başlıklı eserinde;
Eros üzerinde sonu gelmez kısıtlamalar en sonunda yaşam içgüdülerini zayıflatacağını,
karşı çıkmaya “çağırılmış” oldukları güçlerin ise kendilerini yok etme
kuvvetlerini güçlendirerek serbest bırakacağını ifade eder. Yine Sigmund Freud’un
“Metapsikoloji” adlı eserinde Eros’u, Narsissistik libido varsayımı ile ve
libido kavramının bireysel olarak genişletilmesi ile eşeysel (üreme işinde
görev veren özel yaradılış) içgüdü bizim için yaşayıp-ölen canlıların parçalarını
bir arada tutmaya çalışan, bi nevi zamk görevine dönüştüğünü belirtir.
Eşeyselliği Eros’un nesnelere yönelik parçası olarak göründüğünü, kurgusal
Eros’un yaşamın başından başlayarak etkin olduğunu “ölüm içgüdüsü” ile
karşıtlık içinde “yaşam içgüdüsü” olarak kabul edildiğini belirtir Freud.
Freud’a
atıf yapan Marcuse’ye göre, zihinsel ekonomik bakış açısından, Süperego’nun
işlev gören ahlak benzeri bir parçalanma ürünü olarak göründüğünü dile
getirmektedir. Modern dünyada yabancılaşan Eros’un özgürleşmesi zorunlu olarak
yok edici ve öldürücü bir güç olarak işleyecektir. Yine özgürleşen Eros’un yok ediciliğine
karşı sağlamlaştırılmış üreme ahlakı devreye alınacaktır.
Hollis ise, modern insanın uygarlığın yıkıcı güçlerini Eros’un üreme güdüsüne, aşk itkisini ise ekonomik
olarak dönüştürmekte olduğunu savunur. Erkekler, pahalı arabasıyla, kocaman eviyle, yüksek
makamıyla, statüsüyle övünen bir insandır. Bu insan kendisinde olan aşağılık
duygusunu her şekilde ekonomik olarak telafi edecektir. Üst sınıf iş
kahvaltıları ve insan gücü bu aşağılık kompleksinin dışa dönük bir ifadesi
olarak hizmet edebilir, ancak gerçek dayanıklılığın acınası bir şekilde
göstermelik bir yedek parçası veya yedek lastiğidir.
Kısacası, uygarlığın getirisiyle
aşağılık kompleksine nesne ilişkisiyle bastırmaya ya da gösterişin
yıkıcılığıyla kullananların, sahip olduklarını düşündükleri benlikleri kendilerinin
düşündükleri gibi değildir. Aslında yoklardır. Nesne var olduğu sürece onların
Eroslar’ı ölüm-yaşam arasında işlevsellik gösterebilecektir. Yani her güç
gösterisinin arkasında bir kompleks, kompleksin arkasında korku vardır. Hiçbir
hayvan, insanlar için korkmuş bir hayvan kadar tehlikeli değildir. Sevginin
olmadığı yerde sadece korku ve doldurulamayacak bir boşluk vardır. Sizce bir
insan kimseyi sevmeyip aynı zamanda sakin ve kendine yetebilir mi?
Kabul
ve annelik kompleksini de ritüeller açısından da değerlendirir Hollis...Ona göre,
geçiş ritüelleri geleneğinde, annelik kompleksinin enerjisini doğrudan ve
derinden etkilediği için, her birimizde mevcut olan son derece güçlü bağımlılık
arzusunda büyük bir bilgelik olduğunu düşünmektedir. Bu hareketsiz cazibenin
üstesinden gelmek içinde bilinçli duygusal deneyim gerektirmektedir. Aklı
başında hiçbir insan gönüllü ayrışmayı istemez ve bu nedenle psikolojik
ilgisizlik, korku ve bağımlılık hayatımızda baskın veya tehdit edici doğayı almaya
başlamaktadır. Geleneksel kültürlerde erkek çocukların kabul törenleri kızların
kabul törenlerinden daha geliştiğini, çünkü kızların annelerinden ayrıldıktan
sonra yuvaya dönmeleri beklenilmektedir.
Ritüellerde, erkek çocukları sadece
anne kompleksinin hayatlarındaki özel öneminden dolayı değil, aynı zamanda
erkek çocuklarının doğal dünyayı, “içgüdüsel” yaşamı terk edip yapay, insan
yapımı uygarlık ve kültür dünyasına girmeleri beklentisinden dolayı etkilendiğini
belirtir. Başka
bir deyişle, rahat olma bağımlılığından kurtulmak için, genel olarak
kaçındığınız koşullarda bulunmanıza izin vermelisiniz. Ama kendini yok etmeyi,
kendini geliştirmeyi birbirine karıştırmamak için, bu tür ritüeller şart. Bir
genç evden ayrılırsa sonu kötü bitebilir. Kampa ya da değişim programı üzerine
ders çalışırsa ev sıcaklığından da mahrum kalıyor ama tehlikeler ve riskler
daha az spontanedir.
Hollis, her okuyucusunun zihninde farklı sorular oluşturacak bir yazar.
Bir soruyla bitirmek gerekirse bu yazıyı: Eros’un sunduğu konfor alanınızda sonsuza kadar kalma arzusuyla nasıl savaşırsınız? Veya da ritüelinizin?
Kaynakça:
Freud, S., Bir Yanılsamanın Geleceği-Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları
Freud, S., Metapsikoloji
Marcuse, H., Eros ve Uygarlık- Freud Üzerine Felsefi Bir İnceleme
Hollis,
J., Satrün’ün Gölgesinde