Aristo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aristo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Eylül 2023 Perşembe

 

“En karanlık anlarımızda ışığı görmek için odaklanmalıyız.” Aristoteles

Büyük Yunan filozofu Aristo, etik, siyaset ve insan doğası hakkındaki fikirleriyle felsefe tarihinde kalıcı bir iz bıraktı. En ikonik cümlelerinden biri olan “En karanlık anlarımızda ışığı görmek için odaklanmalıyız” bizi en zorlu koşullarda bile dayanıklılık ve insan potansiyelini düşünmeye davet ediyor.

Öncelikle bu söz bize hayatın iniş çıkışlarla dolu olduğunu hatırlatıyor. Kişisel, profesyonel ya da duygusal olarak hepimiz zor zamanlar geçiriyoruz. Bu karanlık anlar trajediler, kayıplar, başarısızlıklar veya basit belirsizlik anları olarak ortaya çıkabilir. Ancak Aristo bizi umutsuzluğa kapılmamaya değil, bir çıkış yolu, bir çözüm veya umut kıvılcımı bulmaya odaklanmaya çağırıyor.

Deyim aynı zamanda açıklık ve bilgeliğin genellikle karanlıktan çıktığını da gösteriyor. Zor zamanlarda inançlarımızı, değerlerimizi ve hedeflerimizi incelemek için zorlanıyoruz. Kendimizi içsel gücü bulmaya ve önceliklerimizi sorgulamaya zorluyoruz. Bu iç gözlem bizi kendimiz ve çevremizdeki dünya hakkında önemli keşiflere götürebilir.



Karanlığın ortasında “ışığı görmek” metaforu bize iyimser bir bakış açısı korumanın önemini anlatıyor. Her şey kaybolduğunda, umut kaynağı veya yenilikçi bir çözüm bulma yeteneğimiz çok önemlidir. Bu sorunları göz ardı etmek veya acıyı en aza indirmek değil, daha çok insan dayanıklılığının gücünü kullanarak onları aşmak anlamına geliyor.

Ayrıca Aristo’nun bu cümlesi zor zamanlarda odaklanma ve odaklanma becerileri geliştirmemize meydan okuyor. Engellerle karşılaştığımızda dikkat dağıtıcı ve olumsuzluk cezbedici olabilir, ancak anahtar zorluklara cesaret ve bilgelikle yaklaşmak için kararlılığı ve zihinsel açıklığı korumaktır.

Nihayetinde Aristo öğretisi bizi yaşamın ikiliğini kucaklamaya davet ediyor, karanlık ve ışığın yolumuzda bir arada var olduğunu kabul ediyor. Umutsuzluğa yenik düşmek yerine, en karanlık zamanlarda bile yolumuzu aydınlatacak gücü bulabiliriz. Bu felsefe bize dayanıklılık ve umudun insanlık durumunun temel nitelikleri olduğunu ve sürekli ışığı arayışının bu hayattaki yolculuğumuzun önemli bir parçası olduğunu hatırlatıyor.

26 Eylül 2023 Salı

Bir kişinin kişiliğini fikirlerinden okumak imkansızdır.

 Aristo’ya göre anlamak, arzu olmadan hiçbir şeyi harekete geçirmez; çünkü arzu bir arzudur ve hareket hesaplamayla uyum içinde olduğunda, istekle uyum içindedir.

Eğer ahlak objektif değilse hayatımızın bir anlamı yoktur.” Derek Parfit

Derek Parfit (1942-2017), muhtemelen adını çok fazla duymadığınız en ünlü Britanyalı filozoftur. 1984’te Parfit, birçok filozof tarafından dahiyane bir çalışma olarak tanımlanan ve hala da öyle olan bir eseri yayınladı. Parfit’in düşünce özünde, kendi çıkarlarımızla daha az, kamu yararıyla daha fazla ilgilenmemiz gerektiğini savundu. Kitabı, parlak tartışma yaratan ayrıntılarla dolu bir insan olmanın ne anlama geldiği, zaman içinde varlığını sürdüren bir kimlik olarak kişinin kendiyle ilgilenmekten neden vazgeçmesi gerektiği, nedenlere dayalı olarak hareket etmenin ne anlama geldiği ve bu  nedenler temelinde hareket etmenin ne anlama geldiği konularında çağdaş görüşlere meydan okuyan şaşırtıcı derecede yaratıcı düşüncesini açımlar. Parfit aynı zamanda modası geçmiş bir biçimde bir tür büyük birleşik ahlâk teorisine inanıyordu; kendisinin x teorisi adını verdiği, dini olmayan bir etik teorisi. Tüm temel ahlâk teorileri farklı yönlerden aynı dağın zirvesinde birleşiyordu. Parfit’in yalnızca felsefe üzerinde değil, aynı zamanda onun ötesinde, özellikle iklim etiği, yoksulluğun azaltılması ve hayırseverlik alanlarında da muazzam bir etkisi olmuştur. David Edmonds, Parfit’in ilk tam ölçekli biyografisi kaleme aldığı “Parfit” kitabında ele almaktadır.

Parfit’e göre gerçek ya da gerçeklik, gerçekliğe inanmaya meyilli olduğumuzdan çok farklıdır. Bunun farkında olmasak bile çoğumuz gerçekliğe karşı indirgemeci değilizdir. Hayal ettiğimiz durumları göz önünde bulundurursak, zamanın akışı içinde devam eden varlığımızın fiziksel ve psikolojik süreçlerin sürekliliğinden farklı olarak daha derin bir gerçek olduğuna, sempatik sistemimizin “ya hep ya hiç olması” anlamında savaş veya kaç modunda gereken bir gerçek olduğuna güçlü bir şekilde inanma eğiliminde olduğumuzu savunmaktadır. Parfit’e göre bu gerçekliğin gerçekliği ise doğru değildir.


Gerçekler moral bozucu mu? Bazılarımız gerçeklikleri moral bozucu bulabilir. Ama bunun yanında gerçekliğin özgürleştirici ve teselli edici bir yönü de yok mudur? Varlığımız bu kadar ileri bir gerçeklik içinde olduğuna göre inandığımız bir alana ya da dünyaya karşı kendi içimize gömeriz. Parfit’e göre dünyaya karşı görüşümüzü değiştirdiğimizde “cam tünel”e benzettiği duvarların ortadan kaybolacağını düşünmektedir. Gerçekliğin özgürleştirici yönü de burada yatıyor olabilir. Ki gerçeklik şayet cam tünel içinde yaşamaya devam ettiğimiz sürece gerçekliğin yanılsamasıdır. Gerçekliğin teselli edici yönünü keşfeden için cam tünelden çıkarak havayla doğrudan temas edeceğizdir.

Parfit, kişisel kimlik, rasyonelite, ahlak ve aralarındaki ilişki sorunları üzerine de düşünen kamusal bir filozoftur. Düşünün ki, suç işleyip beynini başka bir bedenle değiştirip veya genç yaşta suç işleyen ve artık ne olduğunu hatırlamayan bir kişi ceza alır mıydı? Peki insanı zamanla kendinde bütüncül anlamda tutan nedir? John Locke’un hatıralarını, dileklerini ve zihinsel tutumlarını değiştiren bir prens ve dilenciyi hayal ettiğinde sorduğu aynı soru değil midir bu? İşte o zaman prens dilencinin bedeninde yaşayacak ve tam tersi dilenci olacak. Demek ki işte insan haldedir yani zaman akışının, cam tünel içindeki bir haldedir insan… İkincisi, ilk davadaki kişinin hafızasını ve sürekliliğini taşıdığı için birincinin aynısı olacaktır. Güvenlik cihazları bugün insanları teşhis etmek için parmak izlerini kullanıyor ancak Locke ve Parfit haklıysa onlarda yanlışlar.

Parfit, her hangi bir fikrin tartışmasına da müdahale ediyor ve sinemasal bir örnekle, Kaptan James Tiberius Kirk’in (Star Trek’te) boş bir gizleme cihazına girdiyse, içinden çıktığını, ancak onun basılı bir kopyasını dünya’ya gönderdiğini, Kaptan Kirk’in önünde olacağımız yere, her ikisinin de aynı anılara, dileklere, fikirlere vb. sahip oldukları. Her ikisinin de Kirk ve onunla tutarlı olduklarını iddia etme hakları var, ama açıkça, değiller. Parfit, karakterin sadece hafıza ve geçmiş deneyimlerden oluşmadığı sonucuna varıyor. Bu çok fazla oyun oynamıyor. Aslında önem verdiğimiz şey hayatta kalmaktır ve hayatta kalmak entelektüel ya da zihinsel sürekliliktir ve biz buyuz.

Parfit’e göre eğer kişi geleceğin öngörülemez olduğuna dair güçlü bir duyguya sahipse, aynı zamanda gelecekteki benliklerimizin de belirsiz ve öngörülemez olduğunu hissedeceğimizi ifade eder: bu nedenle onlar hakkında düşünmeye ya da onların yararına plan yapmaya çok fazla zaman harcamak pek de mantıklı değildir. Öte yandan, eğer kişi geleceğin büyük ölçüde tahmin edilebileceğine dair güçlü bir duyguya sahipse, o zaman gelecekteki benliklerle özdeşleşme güçlü olacaktır ve onların yararına planlamayı boşa çaba olarak görmeyeceğizdir.

Gelecekteki benliğimiz gerçekten de bir yabancı olabilir ama ertelememizin nedeni kesinlikle bu değildir. O anda erteliyoruz, çünkü genellikle o şeyi o anda yapmak istemiyoruzdur. Muhtemelen bunu hiç yapmak istemediğimiz için, ama nedenini bilmiyor da olabiliriz. Hatta bunu yapmak istediğimizi bile düşünmeyebiliriz.

Parfit, biz insanların zamanın “cam tüneli” içinde hareket eden tutarlı bir kimlik olmadığımızı, her bir kimliğimiz bir önceki ve sonraki kimliklerimizle teğetsel olarak bağlantılı ama yine de onlardan farklı olan ardışık benliklerden oluşan bir zincir olduğumuzu savundu. Bu noktada tıpkı Platon’un aklın alanlarını tasvir ettiği dairesel alanlara benzetilebilir. Örneğin, sokakta her hangi bir insanla sohbet ederken, gençlik yıllarındaki alışkanlıktan muzdarip olabileceğini bildiği halde sigara içtiğini kabul edelim. Bu insanın gençlik döneminde sigaraya başlayan bu çocuk sert bir şekilde yargılanmamalıdır. Yargılandığında yukarıda Aristo’nun arzunun hareketi düşüncesinde belirttiği gibi bu çocukta sadece erteleme arzusunun hareketi yönünde tersine bir “cam tüneli” akışı olması muhtemeldir. Sert bir şekilde çocuk yargılanmadığı takdirde arzusunun hareketi gelecekteki kimlik yapısına doğru akış gösterecek ve cam tünelden çıkabilme şansını yakalayabilecektir. Ayrıca hem çocuk hem adam bugüne ait olduğunda bu adamın çocukluğu gelecekteki şimdiki halini “benliğini” tanımlayamayan bir kimliksizlik olduğunu ertelemeye aldığı ve yıllarca içtiği sigarayı bırakması olarak bakılabilir. Zira Parfit, bir insanın gelecekteki kendine karşı tutumu ya da tutumları bazı açılardan diğer insanlara karşı tutumuna da benzediğini düşünmektedir. 



16 Ocak 2016 Cumartesi

SOSYAL MEDYADA İMZALARIMIZ

Hobbes'e göre en kötü durum, insanın doğa durumuna geri dönüşüdür.  Leviathan'nın 13. ve 14. bölümlerinde Hobbes'in tasvir ettiği insanın doğal yaşam durumu mahkum ikilemi durumu bağlamında  örnek olarak sosyal medyada tartışmalara nasıl yön belirlemektedir... İnsanın doğa durumuna geri dönüşü ise rüzgarın şeklini suyun üzerinde görmek gibidir...
Hobbes:

  • Fizik ve fiziksel güçleri bakımından eşittirler. 
  • Kendi çıkarlarını düşünür. Hobbes, tüm insanlar açısından psikolojik egoizmin olduğunu destekler.
  • İnsanlar yaratılışları itibariyle ölümden kaçma eğilimindedir.
  • Diğerlerinkiyle çatışan arzulara sahiptir. Böylece birbiriyle yarışan arzuların olduğu yerde rekabete bağlı çatışma doğar.
  • İleri görüşlüler. En azından asgari derecede rasyonel insanlar, uzun vadeli esneklikleri hesaba katarlar. 
  • Başkalarından gelecek saygı ararlar.
  • Herkes bir başkasının kendisine boyunduruk altına alabileceğinin farkındadır. Ve her insanın fırsat verildiğinde bir başkasının kendisini boyunduruğu altına almaya çalışacağını beklentisi içinde olması da yadsınamaz. 

Yukarıda saydığımız  Hobbes'e göre insan doğa durumundan '' Diğerlerinkiyle çatışan arzulara sahiptir ve Kendi çıkarlarını düşünür'' açısından ele almaya çalışacağım. Bize farklı görüş sunan rakibin üstün olduğunu görüp, haksız çıkacağımızı fark edince işi kişiselleştirerek hakaret, saygısızlık ve kabalığa başvurabiliriz. Kişiselleştirme, tartışılan konudan ayrılarak (ki o alanda oyun zaten kaybedilmiştir) rakibin üzerine gitmek, bir şekilde onun kişiliğine saldırmaktır. İnsana yönelik tartışma ortamından ayrılarak, kişiye yönelik argümana dönüşmüştür. Bir konu hakkında nesnel tartışmalardan uzaklaşmakla birlikte, rakibin söylediklerine ve kabul ettiklerine yönelir. Kişiselleştirme yapılırken konu tamamen terk edilir. Bütün etkenleri rakibin şahsına yöneltilir. Yaralayıcı, kötücül, aşağılayıcı kabalıkta oluruz. Bu insanın ego (benlik hakimiyeti) gücü olarak kullanmasıdır. Kişiselleştirme insan doğasının kitle psikolojisi  genelinde çok sevilen bir yoldur. Çünkü herkes kolayca yapabilir ve bu kolaylıktan dolayı da kullanır. Önemli sorun: Kişisel saldırıya muhatap kalındığında nasıl cevap vereceğimizdir. Aynı yöntemle karşılık verildiğinde aynı yöntemin içinde kalabilme tehlikesi doğacaktır. Tam bu noktada Sokrates'e sorulan soru ve verdiği cevap yol gösterici nitelikte önemlidir. ''Şu adam size küfür ve hakaret etmiyor mu? diye soran adama verdiği yanıt: ''Hayır, çünkü onun söyledikleri bana hitap etmiyor.'' der

Kendimizi kişiselleştirmemede de tek taraflı olarak bunun yeteceğini sanmak da büyük yanılgı olacaktır. Şöyle ki; çünkü sakin tavırla karşıt görüşe haksızlık yaptığını, yanlış yargıda bulunduğunu ya da düşündüğünü gösterebilirsiniz ama böylece karşıt görüşü ancak sakin tavırla daha da öfkeli hale getirebilir. Bunun sonucunda tartışmayı kazanabilirsiniz ya da kaybedebilirsiniz. Hobbes'in dediği gibi; ''Tüm keyif ve sevinçler, insanın kendini onlarla kıyaslayarak üstün göreceği kişiler olmasına bağlıdır'' (Hobbes, de cive, Bölüm 1) İnsanoğlunda hiçbir şey egonun tatmin edilmesi kadar önemli değildir ve hiçbir yarada insanoğlunun canını egonun yaktığı kadar da yakmaz. Bu kıyaslamayı içinizde yapın, insanlara verdiğiniz nedensellik tepkileri nedendir. Dolayısıyla en etkili kuvvetli tartışmalarda kıyaslama zihinsel ya da maddesel unsurların güç alanı önemlidir. Bir tartışmada yenilmiş olanın, kendisine hiç haksızlık yapılmış olmasa da kırılıp öfkelenmesi ve hileye başvurması, kıyaslamalarla yalan söylemesi de buradan gelir. Bunun için en güvenli yöntemlerden biri ya da karşı önlem. Aristotales'in Topika'nın son bölümünde ortaya koyduğu sosyal ve kişisel ilişkilerde iletişim kurarken dikkate almamız gereken kural: ''İlk karşına çıkanla tartışma; yalnızca iyi tanıdığın, saçmasapan şeyleri savunmayacak kadar anlam yetisine sahip olduğunu ve utanılacak durumlara düşmeyeceğini bildiğin kişilerle tartış; otoritenin ( toplum, siyasal erk, din, ekonomik, kültürel) dikte ettiklerine göre değil, nedenlere, gerçeklere dayanarak tartışmayı bilenlerle; sunulan nedenleri dinleyip dikkate alanlarla; ve nihayet gerçeğe değer veren, karşı tarafın ağzından bile olsa iyi nedenleri memnuniyetle dinleyen ve doğruyu karşı tarafa söylediğinde, yani kendisi haksız olduğunda da bunu hazmedebilecek kadar adalet duygusuna sahip olanlarla tartış.'' Aristo'nun önermesi bize kitle içinde tartışabilecek yüz kişi içinde bir elin parmaklarını geçemeyecek önermesi vermektedir. Aslında tartışma akılların karşılaşması, çarpışması için olanak sağlar; kendi düşüncelerimizi de düzeltmek için fırsat, yeni görüşler üretmeye de olanak tanır. Ama bunun için, tartışmacıların bilgi ve zihin gücü bakımından birbirine oldukça yakın düzeyde bulunmalıdır. Birinin bilgisi eksik olunca sonuç içinden geçirilen sürecin kısır döngüsünde akıntıya karşı  kürek çekmek olacaktır. Örneğin: A kişisi aynı konuda B kişisinin kendisinden farklı düşündüğünü saptarsa, önce kendi düşüncesini gözden geçirip hata aramak yerine, ötekinin düşünüşünde hata olduğunu varsayar. Yani kısacası insan doğası gereği dediğim dedik bir varlıktır. Sosyolojik bir gerçektir: Bir yerde sosyal, kültürel, dini ve siyasal tartışmalar kaos içinde varsa orada; dinin, ideolojinin, sosyal tabakaların radikal yorumları da yaygınlık kazanır. Çünkü kaos ya da trajedi, insanın doğası gereği düşündürmeyecek böylece kitle psikolojisi içinde kendini arındırma eylemine girdirecektir. Ve ne zaman bir yalan söylense  dünyanın bir kısmını öldürür. Bunlar insanların hatayla yaşam olarak adlandırdıkları mahkum ikilemi içinde egonun solgun ölümleridir. Düşünsenize bundan 400 yıl sonra var olacak insanlar yazılı dijital kaynakları okudukların da ne düşünecekler....İnsanlığın bilim, tarih ve kültürüne dair atılan imzalarımız gibi sosyal medya paylaşımları....

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...