Norveçli romancı Knut Hamsun, anne ve baba
tarafından burjuva bir aileden 4 Ağustos 1859 tarihinde dünyaya geldi.
Hamsun'u, o dönemde ilginç kılan on dokuz
yaşında, bir şiir, bir de romanının yayınlanmasıdır. Çeşitli mesleklerde
şansını deneyen Hamsun, otuz yaşına geldiği halde, daha henüz hayatı belirli
bir şeye yönelmemiştir.
Hamsun, yoksulların nasıl yaşadıklarını acı
denemeler sonucu öğrenmişti.
Tabiata ve insanlığa sonsuz bir sevgi
besliyordu.
Duygularını kalemiyle anlatacak güce de
sahip olan Hamsun, 1888'de bir Danimarka dergisinde ''Açlık'' adını verdiği ilk
romanı tefrika edilmeye başlandı.
Daha ilk tefrikalarda eser geniş bir ilgi
uyandırdı. O günden sonra Hamsun tanınmış bir yazar oldu. Hamsun'un en sevdiği
şey, yalnızlıktı. Çalışırken mutlaka yalnız olmak isterdi. Çoğu zaman kasaba
oteline kapanırdı. Hamsun'un eserlerinin çoğu kendisiyle ilgilidir. 1920'de Nobel
Edebiyat Ödülünü kazanmış, eserleri çeşitli dillere çevrilmiştir.
AÇLIK: Yazarını şöhrete ulaştırmış
eserdir. Gerçekçi bir konuyu işler. Hamsun'un yeni ve canlı deyişi hemen
kendini belli eder. Hamsun, kişilerin dış görünüşlerinden çok, ruh hallerini ve
bilinç altlarında kalmış düşünce ve emellerini anlatmakta ustalık gösterir.
''Açlık''ta ağır şartlar altında yaşayan bir adamın ruh halleri, düşünce
çabaları incelenir. Fakat bu, bir klinik deneyleri raporunda olarak değil de,
güzel bir edebiyat eseri halinde verilir. Diğer eserlerinde olduğu gibi,
''Açlık''ta da Hamsun'un gençlik ve macera günlerinden paçalar bulmak
mümkündür. ''Açlık'' kusursuz bir gerçekçi romandır.
Hamsun'd, hayatı şöyle betimler:
"İnsan yaşlandı mı hayatı paylaşmaktan el çeker, artık yalnız anılarla
beslenir. Gönderilmiş mektuplara benzeriz: görevimiz
bitmiştir, yollandığımız adrese gelmişizdir. Üzerimizde yazan şeylerle ister
sevinç, ister keder yaratalım, istersek hiçbir etki bırakmamış olalım, böyledir
bu."
İnsanın
iç dünyasını betimlediği açlık düşüncelerinde, insan kabul etmeyeceği, tadını
beğenmediği, zorla yedirilen lokmayı midesinden çıkartabilir, kusabilir de...Ya
bilinçaltındaki kötülükleri nasıl kusup çıkartacaktı. Erdem, ahlakına uymayan
düşüncelerini nasıl kabul edebilir... Toplumun nasıl bozulduğuna işareti şu
sözleriyle verir: ''Tadı hiç birşeyin
tadına benzemiyordu, bayatlamış kanın bulantı veren kokusu içime doluverdi, hemen
kusmak zorunda kaldım. Bir daha denedim. İçim kaldırabilse, elbette yararlı bir
etkisini görecektim. Önemli olan midemi yatıştırmaktı. Gene kustum. Öfkelendim,
hınçla eti ısırdım. Bir parçasını koparıp kendimi zorlaya zorlaya yuttum. Bir
işe yaramadı .Küçük et parçaları midemde ısınır ısınmaz hemen geri
geliyorlardı.''
Maksim Gorki tarafından
"Avrupa'nın en büyük sanatçısı" olarak tanımlanması da tesadüfi
değildir. Bunun yanında Nazi sempatizanlığı ve ülkesinin Alman tehdidi altında
olduğu bir dönemde Almanya'yı desteklemesi sanat camiası tarafından
dışlanmasına neden olur. Pek çok sanatçı da Hamsun'un bu
sempatizanlığının sebebini çağdaş batı uygarlığını temsil eden ülkelere karşı
duyduğu tepkiden kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir. Yine de bir
yazar olarak dehasına, verdiği eserlerle gölge düşürmüyor.
Sabahattin Ali, Hamsun'a ithafen şöyle
seslenir : ''Gürültüsüz, patırtısız ve tabiat kadar büyüktür. Kitaplarını
okurken orada geniş, hudutsuz ve derin bir insan ruhundan başka bir şey
aranmamalıdır.''der
Hamsun için bir anlamda sonun
başlangıcını siyasi görüşü hazırlamıştır. İkinci dünya savaşı sırasında
Nazileri desteklemesi, ülkesinin Almanya'ya karşı koymaması gerektiğini
söylemesi ve rivayet olarak kalsa bile kazandığı Nobel Madalyasını Hitler'e
armağan etmek istemesi gibi etmenler nedeniyle savaş sonrası Norveç toplumunda
Hamsun büyük bir prestij kaybına uğrar ve vatana ihanet suçlamasından ötürü
rekor bir para cezasına çarptırılır. ''Göçebe'' romanında olduğu gibi bir
yaşlılar evine yerleştirilir ve 1952 yılında odasının banyosunda da ölü
bulunur…
Hamsun bir doğa, inziva ve yalnızlık yazarı denebilir.
Toplumların unuttuğu, bir yazarın siyasi duruş ve görüşlerini eserlerinden ayrı
olarak ele almak gerekir. Hamsun, bu şekilde ele alınması gereken
yazarların en önde gelenidir. Her ne olursa olsun Norveçliler onu hiçbir zaman
tam olarak affetmemişler ve belki de tarihin en zarif protestosu ile bu büyük
yazarı büyük bir utançla da baş başa bırakmışlardır.
Gustave Flaubert'de yazarın tarafsız
olması gerektiği tezini savunur: '' Tanrı gibi yazarın da, taraf tutması doğru
olmaz'' diyor ve '' Aynı zamanda yazarın her yerde gözü olmalı, fakat o kimseye
görünmemeli,'' der. Hamsun'un yaptığı hata da kim bilir...Burada yatıyor olmalı...
ÖZET:
Sabahleyin altıda uyandım, acıkmıştım. Ceplerimde ağzıma atacak bir şeyler
araştırdım, ama bir ekmek kırıntısı bile bulamadım. Sabah erken kalkıp iş
aramaya gitmem gerektiğini biliyordum, ama o güne kadar o kadar çok geri
çevrilmiştim ki, gene bir yere başvurmaktan korkar gibiydim.
En
sonunda biraz kağıt alıp dışarı çıktım. Hava elverirse parkta yazı
yazabilirdim. Gazetelere yazabilecek birtakım güzel konular bulmuştum. Sokakta,
ihtiyar, sakat bir adam, elinde ağır yük olduğu halde benden hızlı yürümeye
çalışıyordu.
Adama
yetiştiğim zaman süt alabilmek için benden yarım peni istedi. Cebimde kuruş
bile olmadığını için, telaşla geri döndüm, eskicinin dükkanına girdim, yeleğimi
çıkarıp önüne attım. Eskici bana biraz para verdi, ihtiyar sakat adamı buldum,
istediği parayı verdim. Adam, bana bakarken hayretten ağzı açık kalmıştı. Fazla
durmadan yoluma devam ettim.
Devamını
okumanız dileğiyle...
"Bahtımın hep kapalı oluşuna sebep neydi acaba? Yaşamak, başkaları kadar benim de hakkım değil miydi? Eski kitapçı Pascha, sevkiyatçı Hennechen kadar? Yoksa omuzlarım mı yoktu bir devin omuzları gibi; iki kuvvetli kolum mu yoktu çalışmak için? Günlük ekmeğimi kazanmak için, Möller caddesinde odun yarıcılık bile aramamış mıydım? Tembel miydim? İş bulmak için didinmemiş, üniversite derslerine devam etmemiş, gazete makaleleri yazmamış, gece gündüz deli gibi okuyup çalışmamış mıydım? Bir cimri gibi yaşamamış, param fazlaca oldu mu ekmek ve sütle, param az olunca kuru ekmekle karnımı doyurmamış mıydım? Hiç parasız kalınca açlığa katlanmamış mıydım? Otellerde mi oturmuş, ilk katlarda ayrı daireler mi tutmuştum? Bir izbede; şu son kış içeriye yağan karlarla, bütün dünyanın boşlayıp kaçtığı bir teneke atölyesinde barınıyordum. Bütün bu olup bitenlerden, artık hiç bir şey anlayamıyordum, hiçbir şey:
Yoluma devam ederken hep bunları düşündüm; aklımda garazın yahut kıskançlığın zerresi yoktu, zerresi."
"Aklıma sığdıramıyordum karanlığı. Bütün ölçülerin üstünde bir karanlıktı bu; yakınlığı altında eziliyordum. Gözlerimi kapadım, yarı sesli bir şarkı tutturdum, oyalanmak için yatağa uzandım, fakat boşuna!.. Karanlık, zihnimi kavramış, beni bir an olsun kendi halime bırakmıyordu. Ya içinde erir, karanlığa karışır gidersem?"
"Fakir aydın, zengin aydından çok daha kuvvetli görür. Fakir, attığı her adımda etrafına bakınır, insanlardan işittiği her kelimeyi şüpheyle dinler; her adım onun düşünce ve duygularına böylece bir vazife, bir iş yüklemiş olur. Onun kulağı deliktir, duygusu ince; o tecrübelidir, ruhu yanık yaralarıyla doludur."
Knut Hamsun - Açlık