Goethe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Goethe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2025 Pazar

Goethe’nin Faust Eserinde İnsanlık, Varoluş ve İçsel Yolculuk

Johann Wolfgang von Goethe’nin başyapıtı Faust, insanlık tarihinin en derin varoluşsal sorgulamalarını içerir. Faust’un içsel çatışmaları, bireyin anlam arayışına ve varlık sorunlarına dair birçok felsefi soruyu gündeme getirir. Eserin derinliklerine inildiğinde, Goethe'nin insanın içsel yolculuğu, dünyevi tatminin sınırlılığı ve varoluşsal arayışı üzerine yaptığı önemli yorumlar görülebilir. Faust’un bu yolculuğu, insanın yalnızca kendi içindeki çatışmalarla değil, aynı zamanda toplumla olan ilişkileriyle de şekillenir. Faust, başlangıçta dünyevi zevklerin peşinden koşarken, sonraları insanlık için daha anlamlı bir yaşam arayışına yönelir. Bu dönüşüm, Goethe’nin insan doğasına dair derin bir anlayışa sahip olduğunun göstergesidir.

 

Dünyevi Tatminin Sınırlılığı ve Aydınlanma

Faust’un Mephistopheles ile yaptığı anlaşma, başlangıçta dünyevi tatmin ve haz arayışına dayanır. Faust, bilgelik ve bilgiye olan arzusunun doyumsuzluğuna karşılık, dünyada sahip olabileceği her şeyin peşinden gitmeye karar verir. Bu noktada Faust’un arzuları, yalnızca bilgi ve entelektüel tatminle sınırlı değildir; o, hayatta her türlü zevki yaşamak, insanın dünyevi potansiyelini sonuna kadar keşfetmek ister. Ancak bu tatmin, onun içsel boşluğunu doldurmaz. Goethe, insanın bu dünyevi zevklere olan aşırı bağımlılığını eleştirir ve insanın yalnızca dış dünyadaki arayışlarla mutlu olamayacağına dikkat çeker.

 

Faust’un hikayesinin ilerleyen bölümlerinde, Mephistopheles’in vaatleri onu tatmin etmekten çok, daha derin bir boşlukla yüzleştirir. Bu noktada, Faust’un varoluşsal soruları ve içsel krizleri ön plana çıkar. Faust’un hayatındaki bu dönüşüm, yalnızca dünyevi tatminin geçici ve sınırlı olduğunu keşfetmesiyle gerçekleşir. Goethe, Faust’u bir yandan dünyevi zevklerin ve hazların peşinden sürüklerken, diğer yandan insanın bu tatminlerin ötesinde, derin bir anlam ve içsel huzur arayışına girmesi gerektiğini vurgular.

 

Mephistopheles’in Rolü ve Kötülük

Mephistopheles, Faust’un en karmaşık ve çok katmanlı karakterlerinden biridir. İlk bakışta, Mephistopheles’in yalnızca kötülüğü temsil eden bir figür olduğu düşünülebilir. Ancak Goethe, Mephistopheles aracılığıyla insanın içindeki karanlık tarafları ve zaafları gözler önüne serer. Mephistopheles, Faust’a sadece dünyevi zevkleri sunmakla kalmaz, aynı zamanda Faust’un ruhsal ve moral çatışmalarını derinleştirir. O, Faust’un içindeki kötülüğü ve zaafları su yüzeyine çıkaran bir figürdür.

 

Mephistopheles’in kötülüğü, doğrudan Faust’a zarar vermekten çok, onun içsel yolculuğunda bir katalizör görevi görür. Goethe, Mephistopheles’i bir “dışsal kötülük” olarak değil, insanın içindeki karanlıkla yüzleşme aracı olarak tasvir eder. Faust, Mephistopheles ile anlaşmaya vardığında, bu anlaşma yalnızca bir şeyler elde etme arayışı değil, aynı zamanda bir içsel farkındalık yaratma sürecidir. Mephistopheles’in varlığı, insanın bencillik, hırs, karanlık duygular ve maddi tatmin peşindeki heveslerine karşı durmak, onları derinlemesine sorgulamak için gereklidir. Kötülük, yalnızca bir tehdit değil, Faust’un kendisini tanıması ve olgunlaşması için gerekli bir araçtır.

 

Varoluşsal Sorgulamalar ve “Ne Yapmalıyım?” Sorusu

Faust’un içsel çatışmalarının temelinde, insanın varoluşuna dair büyük sorular yer alır. Faust, hayatını anlamlandırmak ve amacını bulmak için sürekli bir sorgulama içindedir. Bu sorgulamalar, klasik felsefi düşüncelerin temel soruları ile paralellik gösterir. Örneğin, Descartes’ın “Düşünüyorum, o halde varım” ifadesi, Faust’un hayatının temel sorularını dile getirir: “Ne bilebilirim? Ne yapmalıyım? Ne umabilirim?” Bu sorular, Faust’un hayatına anlam katmaya yönelik arayışını simgeler.

 

Goethe, Faust’un bu soruları sorarak içsel bir kriz yaşamasını sağlar. Bu kriz, yalnızca dış dünyadaki olaylardan kaynaklanmaz; Faust, kendi varlığının ne olduğunu ve neye hizmet ettiğini anlamaya çalışırken, içsel bir dönüşüm geçirir. Faust’un bu varoluşsal sorgulamaları, bireysel anlam arayışının evrensel bir simgesi haline gelir. İnsan, varoluşunun anlamını sadece dünyevi zevklerde değil, aynı zamanda içsel bir farkındalık ve manevi bir gelişimle bulabilir. Faust’un bu süreci, felsefi anlamda bir aydınlanma süreci olarak kabul edilebilir.

 

Faust’un Evrimi ve Toplumsal Hizmet

Faust’un sonundaki evrimi, yalnızca bireysel bir içsel gelişimi değil, aynı zamanda topluma hizmet etmeyi de içerir. Faust, başlangıçta yalnızca kendi arayışlarını ve arzularını takip ederken, zamanla başkalarına hizmet etmeye başlar. Bu dönüşüm, Goethe’nin insanın erdemli yaşamı, başkalarına hizmet etmeyi ve insanlık için anlamlı bir şey yapmayı savunduğuna işaret eder. Faust’un sonundaki kurtuluşu, onun içsel gelişimiyle ve topluma hizmet etme isteğiyle ilişkilidir.

 

Faust’un topluma katkı sağlama çabası, onun bir kahraman olarak evrilmesini sağlar. İnsan yalnızca kendi çıkarları için değil, başkalarına hizmet ederek ve onlara anlamlı katkılarda bulunarak gerçek içsel huzura ulaşabilir. Bu dönüşüm, insanın yalnızca maddi tatmin peşinden koşan bir birey olmaktan, başkalarına katkı sağlamaya çalışan bir birey haline gelmesini simgeler. Faust’un bu evrimi, Goethe’nin insanın hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak gelişmesini savunduğunu gösterir.

 

Doğa, Toplum ve Modernizm

Faust’ta eski dünya ile yeni dünya arasındaki çatışma oldukça belirgindir. Faust’un içsel yolculuğunda, doğa ile toplum arasındaki gerilim de önemli bir yer tutar. Goethe, modern dünyadaki belirsizlikleri ve toplumsal değişimleri sorgular. Faust, eski güvenlikleri ve geleneksel değerleri terk ederken, yeni dünyada kaybolan kimliğini bulmaya çalışır. Bu süreç, modern insanın karşılaştığı varoluşsal zorlukları simgeler.

 

Faust’un bu evrimi, modernizm ile ilgili önemli bir yansıma sunar. Modern insan, yalnızca bireysel anlamda değil, toplumsal olarak da değişimlere uğrar. Goethe, eski güvenliklerin kaybolmasını ve yeni bir kimlik arayışını, modern insanın yaşadığı varoluşsal krizle ilişkilendirir. Faust, bir yandan toplumsal normlarla çatışırken, diğer yandan bireysel özgürlüğünü ve anlam arayışını sürdürmeye çalışır. Bu çelişki, modern insanın en derin zorluklarından biridir.

16 Eylül 2023 Cumartesi

SEVGİ, ÖTEKİNE DAYATMAKTAN ÖNCE ÖNERMEKTİR

 

 KİMSENİN SEVME ZORUNLULUĞU YOKTUR

 

Kimsenin bizi sevmek, kurtarmak, yeniden inşa etmek ya da bizi yapmak gibi bir yükümlülüğü yok...

Bu her zaman hayalini kurduğumuz şey gibi algılarız. Ancak bunun nedeni ebeveynlerimizin bizlere sosyal öğrenme yoluyla edindirdikleri tutumdur.

Ebeveynler bilinçli veya bilinçsiz bir tutumla bizlere illüzyona dayalı sevgi ve ihtiyaçlarımıza karşı “HAYIR” demeyi öğretmezler. Kendimiz gibi ötekini de olduğu gibi sevmek, olmasını istediğimiz gibi değil de olduğu gibi sevmek anlamına gelir. Ama, sevgiyi koşullara bağıl olarak öğrendiğimiz için sevgi sunduğumuzda veya sevgi talep ettiğimizde “HAYIR” cevabına karşı olumsuz tepki vermenin normalliğini öğreniyoruz daha küçük yaşımızda…

Ötekinde sadece kendimizde “eksik” olduğunu düşündüğümüz şeyi sevdiğimizi anladığımız zaman “hayır”ın kendimiz için hayırlı olduğunu anlamlandırabiliriz.

Ebeveynlerimizle olan iletişim ve ilişki biçimimiz gibi aynı eksiklikten ve ihtiyaçtan doğan her sevgi çocuklukta edindiğimiz bağlılıktan doğacaktır...

Aslında bir şeylerin eksik olduğunu düşündüğümüz zaman başlattığımız herhangi bir ilişki veya iletişim biçimi derin bir bağ üzerine kurulmayacaktır. Bunun nedeni ise kendimize karşı sevgi, haysiyet, saygı eksikliğini bütünlemek için olduğunu bilmediğimizden kaynaklıdır.

Ötekine bağlanmadan, ona ihtiyaç duymadan derin bir sevgiyle sevmek... Anlamı; paylaşmak ve ötekinden gelen sevgiyi olduğu gibi almak ve kabul edebilmekten geçer. Yine bu nedenle, kendimize duyduğumuz aynı öz saygıyı ötekine de saygıdır.


Unutmamak gerekir ki; ötekiyle kurulan zehirli bir iletişim veya ilişki sadece diğerine sahip olma ve bunun bir parçası olma takıntılı ihtiyacı anlamına da gelmez. Kurulan  bağ zararlı olduğunda o kişiden vazgeçememektir.

 

Sevgi neyin ne anlama geldiğini çok net bilmektir; ötekinden ve ötekine “sınırsız sevgi talep etmek gibi sınırsız sevgi sunmak acı çekmektir.” Bu da şiddetli bir hayal kırıklığına, beklentinin karşılanmaması sonucu öfke patlamalarına, sosyal reddedilme, terk edilme hissi, daha fazla kıskançlığa neden olabilir tabii ki…

Aynı zamanda; duygusal kontrolsüzlük, tamamen başkalarına güvensizlik, kişisel diskalifiye olma, özgüven düşüklüğü, derin değersizlik ve hastalıklı bir bağımlılıkta yaratmayla sonuçlanabilir.

Ötekinin sevgiyi “kabul etmesi” için çabalamanın bir anlamı yoktur. Ne siz ilk reddedenler ne de ötekidir. Bağımlı ve zehirli bir ilişki kurmamak gerekir. Çünkü bu noktada hem kendimize hem ötekine karşı sahte bir güvensizlik ile ego tatminine karşılık ruhu teslim etmek gibidir. 

İnsanın mutlak acı çekmenin garantili bir uçurumunda olduğunu Alman Şair ve Yazar Goethe “Faust” eserinde şöyle dile getirmiştir: “Dur ey zaman,ne güzelsin!” diyecek olursa Faust iddiayı Mefistofeles kazanmış olacaktır. Mefistofeles, Faust’u gençleştirir ve ona sevgi duygusunu tattırır. Sevginin özel mülkiyet fikri, her türlü karışıklığa yol açacaktır. Ama sevgiyi Mefistofeles’ten satın almak imkansız olduğu için herhangi bir talebinin andaki varoluşu zevksiz olduğunu anladığı için Faust zamanı durdurmayı arzulamıştır. Faust’un bir başkasını veya kendisini sevmek gibi bir görevi yoktur aslında diğer türlüsü bir zorunluluk olduğu için de ruhunu satmıştır.

Faust’ta olduğu gibi reddedilmek karşı tarafın temel hakkını reddetmektir...Mefistofeles reddetmeyerek, koşula bağlayarak Faust’un hayatına karar vermek için onun arzusunu yerine getirir. Sevgi, dayatmaktan ya da koşuldan önce önermektir. İhtiyaç için ötekini sevmek, zorunluluk için kendimizi kaybetmektir. Ve en önemlisi bilgisiz sevgi fırtına gibidir. Kendiliğinden olan sevgi farkındalıktır. Sevgi için ötekiyle iletişim kurma, sevgi talebi ve sevgi sunumu için hiçbir zorunluluğu yoktur hiç kimsenin…diğer türlüsü Faust gibi yaşamlarımızı mahvetmektir.

5 Aralık 2015 Cumartesi

İnsan Neye İnanmaz ki...

Goethe, Genç Werther'in Acıları eserinde şöyle seslenir: ''Bu durumda olan yalnızca ben değildim. Bütün insanla umutlarında kandırılıyor,beklentilerinde aldatılıyorlar.'' 

Goethe 28 ağustos 1749'da Frankfurt'ta doğar.  Babası imparatorluk danışmanı, annesi Frankfurt  belediye başkanın kızıdır. Rahat çocukluk dönemi sürer. İlköğrenimini özel öğretmenlerden alır. Latince, Yunanca, İngilizce, İtalyanca, Fransızca öğrenmeye başlar. 1765'de hukuk eğitimi almak için Leipzig'e gider.Leipzig'de kaldığı evin kızı Kötchen Stchönkopf'a duyduğu aşkla gençlik yıllarından birini yaşar. Kötchen, Kanne isimli bir doktorla nişanlanır; Goethe'yi bırakır, değersizlik hissiyle acı yaşar Goethe. Üç buçuk yıl sonrasında terk edilmenin öfkesiyle Kötchen'e mektup yazar. ''Tazesi dururken konserve fasulyeyi kimse aklına getirmez, değil mi? Nitekim balıkların da ancak tazeleri istenir; ne olur ne olmaz, belki bozulurlar diye tuzlamaya kalkarlar; eh, belki biraz da göz boyamak için...Dostluk tuzuna bulayıp salamurasını kurduğunuz irili ufaklı, düzgün ve biçimsiz bunca sevgiliyi hatırlayınca kim bilir ne tuhafınıza gider.'' der

Terk edilmenin öfkesi uzun sürmez, süreklilik taşımaz. Faturayı karşı tarafa yüklemekten vazgeçer. Bunu Kötche'e yazdığı mektupta kendi payına düşen suçu kabul eder, adeta...'' Şimdi Leipzig'de olsaydım, yine yanınıza olur ve somurtup otururdum... Bu sahneleri bilirsiniz. Yok hayır yanınızda olsaydım şimdi ne kadar, ne kadar sevinçli olurdum! Ah, üç buçuk yıl önceye dönebilsek! Kötchen, yemin ederim ki sevgili Kötchen, o zaman çok daha akıllıca davranırdım,''der. 

1770'de Hukuk doktorası için Strassburg'a gider. 1772'de Wetzlar'da avukatlık stajına başlar. Verilen bir baloda Charlotte Buff (Lotte) ile tanışır, gönlünü kaptırır.  Lotte ise, Bremen kentinde hukuk müşavirliği yapan Kestner ile nişanlıdır. Goethe ve Kestner arkadaş olmuşlar, üç genç insan dostluk çerçevesinde ilişkilerini sürdürürler; üçü de durumun farkındadırlar. Kasabada dedikodular başlar. Lotte'de, Kestner'e daha yakındır, Goethe bu acıya dayanamaz, Wetzlar'dan ayrılma karar verir. Kimseye haber vermeden kasabadan ayrılır. Lotte'ye giderken küçük bir not bırakır: ''Şu anda yalnızım, gözyaşlarımı tutmamın nedeni yok, sizleri mutlu bırakıyorum.'' Goethe büyük bir aşkla sevmiştir Lotte'yi.  Goethe sessiz acılarla yaşamaktadır.  Genç Werther'in Acıları eserinde şöyle dile getirir: ''Bazen anlamıyorum, ben onu böyle çok, böyle içten sevdiğim, ondan başka hiçbir şeyi görmediğim ve bilmediğim halde nasıl oluyor da, başkalarını seviyor, sevebiliyor!'' 
Lotte'yi rakibine kolayca bıraktığını düşünmektedir. Doğru mu yapmıştır, yanlış mı? Tam olarak bunu bilemez, kızgınlık içeren bir mektubu Kestner'e gönderir. ''Pek iyi bildiğim bir şey var: O da Tanrının Duygudan yana soğuk oluşu. Böyle olmazsa Lotte'yi size vermezdi... Ölürsem, hele öbür tarafta biraz borum öterse, ilk işim onu sizin elinizden almak olacaktır,''diye yazar. 1773'de Goethe'nin başından bir nişanlılık geçer. İlişkisi iyi gitmez, ayrılır. Goethe, Lotte ve Kestner ile mektuplaşmalarını ''dostluk'' içeren biçimde devam ettirir.  Bu arada Kestner ve Lotte'nin bir çocuğu olur, çocuğa Goethe'nin Wolfgang adını verirler.  

Aşk acısından kurtulmak isteyen Goethe 1774'de '' Genç Werther'in Acıları'' eserini kaleme alır ve yayınlar. Goethe-Lotte- Kestner aralarındaki ilişkileri anlatan kitap meşhur olur. Kestner'e verilen rol olumsuzdur.  Goethe, Kestner'den yüzyıllara tanıklık edecek, edebiyat dünyasında yer vererek Lotte'yi şu kelimelerle yaşatır: ''Çok şeylere sahibim. Ama onu düşünmek her şeyimi silip götürüyor. Nelerim var! Fakat onsuz her şey bana hiç oluyor...''

Genç Wether'in Acıları eserinde insanları iç dünyalarına yolculuk yaptırır. Kendini psikolojik-sosyolojik sorgulamalara tabii tutar: "Dünyanın bütün işleri sonuçta aşağılıktır; başkalarının sözüyle, hiçbir tutkusu ya da bir gereksinimi olmaksızın; para, şan, şeref ya da bilmem ne uğruna didinen biri, her zaman bir budaladır.
''Bu durumda olan yalnızca ben değildim.Bütün insanla umutlarında kandırılıyor,beklentilerinde aldatılıyorlar.''

''En çok sevdiğim yazarlar , yazdıklarında kendi dünyamı,benim çevremde olup bitenleri bulduğum yazarlardır...''

''Tanrım, bu mudur insanların yazgısı? Ya henüz akıl sahibi değilken ya da akıllarını yitirdikten sonra mı mutlu olacaklar ancak?''

''Atmaca burunla yassı burun arasında ne kadar ayrılık varsa, duygu ve davranışlar da o kadar değişiktir...''

''İnsan yaşamının yalnızca bir düş olduğunu başkalarıda daha önce düşünmüştür , bu duygu benimde peşimi bırakmıyor.''

''Biz insanlar daima ilk izlenime değer veririz. İnsan, en inanılmayacak şeylere kanabilecek yaradılıştadır. Ama bir kez kafasına bir şey yerleşti mı, onu söküp atmak isteyenin vay haline!''

Alıntılar: Goethe Johann Wolfgan, Seçme Mektuplar, Can Yayınları
Genç Werther'in Acıları

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...