''Her yerde faydayı aramak vakar duygusuna sahip özgür kimselerin tutacağı yol değildir.'' der Aristotales.
Her
bireyin içselliğinde olan faydacı dürtüler, diğer bir deyişle insanlar
çevrelerinde olup bitenleri bir bekleyiş çerçevesinde algılamak üzerine
yapılandırılmış stereotip inançlar içinde yetiştirilir. Geleceği yordamlayabilmek
için yaşamımızdaki geçmiş deneyimlerimiz yapılandırmakta ustalaştırılmaktayız. Çünkü
yaşam içinde farklılıklarımızı ortaya çıkarmamız istenir, bizlerden...İnsanlar olarak temelde
de tutucu eylemlere sahiplik edinimlerini kazanırız. Şöyle ki, geçmişimize döndüğümüzde bizleri şekillendiren insanların fiziksel farklı versiyonuyuz aslında.
''Eğer bir çocuk kötü davranışlarından ötürü
cezalandırılır, iyiliğinden ötürü ödüllendirilirse bu durumda o sadece ödül
için doğru davranacaktır; ve hayata atılıp da iyiliğin her zaman
ödüllendirilmediğini, kötülüğün de cezalandırılmadığını gördüğünde sadece
hayatta nasıl muvafak olabileceğini düşünen ve hangisini kendi yararına görürse
buna göre doğru ya da yanlış davranan bir insan olacaktır.'' der Immanuel Kant. Çok yaygın olarak otoriter yapının egemen olduğu ailelerde, tüm kararları ebeveynler verir. Birçok konuda sayısız kural koyar.
Suçluluk duygusu, çocukluk evresinde korku denen duygunun doğasından çok şey barındırır kendi içinde; çünkü korku, belirsizlikler içinde zihinlere ekilir. Oysa insanlar evrensel eğilimlere yönelik yetilerle varlık olgusu üzerine yaratılmış aidiyetleri vardır. İnsanda doğuştan gelen (acıkma, ağlama, isteklerini dile getirme vs...) gibi evrensel olgulardan ayıran ise her varlığı kendi gibi olma ya da olmaya zorlamalarla telakki etmeye ve her nesneye aşinalık duyduklarını, yakından tanıdıkları özellikleri kendilerine atfederler.
Rogers'a göre benlik kavramımızla tutarsızlık gösteren organizmik deneyimlerimiz toplumsallık içinde kaygıya, kaygıda ''inkar'' ya da ''çarpıtma olarak savunmaya geçtiğimizi savunur. Birçoğumuz dışsal standartları benimseyerek onların bize ait olmadığını inkara gideriz. Aslında her insan ortaya çıkması halinde önem verdikleri kişiler tarafından onaylanmayacağı hatta reddedileceğini çocukluk evresinde ''ödül-ceza'' döneminde kazanmıştır.
İnsanlar bu düşüncelerin ve isteklerini dışa vurmak ya da kabul etmek yerine çarpıtarak bilinçlerinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Sonuç olarak evrensellik üzerine donatılmış insan kendisiyle, kendi gerçek duygu ve özelliklerinden bağlarını koparır. Oysa ''ödül-ceza'' yerine koşulsuz olumlu saygı-sevgi gördüğünde insan (çocuk) ne yaparsa yapsın kabul göreceğini ve sevildiğini bildiği için olumsuz yönlerini inkara gitme ihtiyacı duymayacaktır. Bu yüzden anne- babalar çocuklarının yaptıkları davranışları onaylamasalar da onları her zaman sevilebileceğini ve kabul edileceğini hissettirebilmelidir. Toplum içinde karşılaştığımız, iletişim kurduğumuz her birey içinde geçerli bir olgudur.
Marx'ın bilinen söylemlerinden biri tekrar ettiğim için şimdiden özür diliyorum!
Marx,
"Asacağımız son kapitalist, muhtemelen bize asma halatını satan kişi
olacaktır."sözüne atıf yaparak. Kapitalizm bireyi daha ailede ''ödül-ceza'' başarılar, istekler,
metalar üzerinden çağrışımlar öğrenerek büyüdüğü evreni olduğunu var sayarsak... Sistem
dizaynı içinde faydacılık üzerine güdülenmiş bireyler olarak son kapitalist dünyada yine kendimiz
olmuyor muyuz...Ya da yetiştirilmiyor muyuz... Kapitalizm, birbirine benzeyenlerin hekimidir.
Hobbes'in dediği
gibi "İnsan, insanın
kurdudur."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder