Sosyal
yaşamı analiz ederken kaçınılmaz soru ortaya çıkıyor.
İnsanların
vicdanına ve iradesine bağlı olmayan toplum yasaları var mı? Karl Marx için tarihte
bireyin bilincine ve iradesine bağlı olmayan yasalar işliyor. Bu yasalar
milyonlarca insanın istekleri ile ortaya çıkar. Ve çoğu zaman bu istekler her
birinin istediği yönde hareket etmezler. Sosyal varlığın en doğrudan ve bariz
tezahürü insan yaşamının, bilincin, sanatın ve felsefenin bağlı olduğu
üretimdir, emektir. Marx’ın toplumun gelişimi hakkındaki görüşlerini özetlediği
kilit kavramlar “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” eserinin önsözünde
sunulmaktadır (1859). “...Yaşamlarının sosyal üretiminde erkekler kendi
iradelerinden bağımsız belirli ve gerekli ilişkiler kurarlar, üretim
ilişkileri, maddi üretken güçlerinin gelişmesinin belirli bir aşamasına denk
gelir. Bu üretim ilişkilerinin bir bütünü toplumun ekonomik yapısını oluşturur,
yasal ve politik üstyapının yükseldiği ve belirli toplumsal bilinç biçimlerinin
karşılıklı olduğu gerçek temeldir. Maddi yaşamın üretim şekli genel olarak
politik ve manevi sosyal yaşam sürecini koşullandırır. İnsanın varlığını
belirleyen bilinci değil, aksine, bilincini belirleyen toplumsal varlıktır.” Marx’a
göre, zaman içinde üretici güçlerin gelişmesi onları mevcut üretim
ilişkileriyle çelişkiye yol açıyor, yasal ifadesi belirli mülkiyet
ilişkileridir. Bu sonuncular üretici güçlerin geliştirme biçimi olmaktan
prangaları haline geliyor. Marx şöyle diyor: Belli bir gelişme aşamasına
geldiğinde toplumun maddi üretici güçleri mevcut üretim ilişkileriyle çelişkili
ya da bunun yasal ifadesinden başka bir şey değildir, içindeki mülkiyet
ilişkileriyle Oraya kadar açıldılar. Üretken güçlerin gelişme biçimleri, bu
ilişkiler onların engellerine dönüşür ve böylece sosyal devrim zamanı açılır.
Ekonomik temel değiştiğinde, hemen hemen hemen tüm büyük üstyapı üzerine
kuruldu. Bu dönüşümler incelendiğinde üretim ekonomik koşullarında meydana
gelen ve doğa bilimlerinin kendi doğruluğuyla takdir edilebilen maddi
değişiklikler arasında her zaman ayırt edilmelidir ve yasal, politik, dini,
sanatsal veya felsefi yollar, tek bir kelimeyle, ideolojik yollar erkekler bu
çatışmanın farkındalığını kazanır ve çözmek için savaşır. Marx bizlere diyor ki, bireyi kendi hakkında
düşündüklerine göre yargılayamadığımız gibi, bu dönüşüm çağlarını da onun bilincine
göre yargılayamayız, ancak bu farkındalığın maddi yaşamın çelişkileriyle
açıklanmasıdır. Bu sosyal üretken güçler ve üretim ilişkileri arasındaki
çatışmadan dolayıdır. Ve Marx’a göre hiçbir sosyal oluşum, yeterli yer veren
tüm üretken güçler gelişmeden önce yok olmaz ve eski toplumun bağrında
varoluşları için maddi koşullar olgunlaşmadan önce yeni ve üstün üretim
ilişkileri ortaya çıkmaz. Bu nedenle insanoğlu her zaman sadece ulaşabileceği
hedefleri amaçlamaktadır çünkü daha yakından bakıldığında, bu hedeflerin sadece
zaten verildiğinde veya en azından gerçekleşmek için maddi koşullar
yapıldığında ortaya çıktığını görecektir. Marx ana üretim modları olarak Asya, eski,
feodal ve modern burjuva üretim modlarını vurgulamıştır. Burjuva üretim
ilişkileri Marx’a göre, sosyal üretim sürecinin son “antagonik” formudur.
Antagonik bireysel değil, ancak bireylerin sosyal yaşam koşullarından gelir. Fakat
burjuva toplumunda gelişen üretken güçler, aynı zamanda bu düşmanlığın çözümü
için maddi koşullar sunar. Bu sosyal oluşumla birlikte insan toplumunun tarih
öncesi kapanarak koşulunu toplumun bireyinin oluşturmadığı; koşulların
oluşturduğu toplum ve bireyleri oluşturmaktadır. Buraya kadar anlatılan Marx
tarih felsefesinin temelidir ve daha basit bir şekilde ifade edilmiştir: Bu
anlayışın özü, iş faaliyetinde üretim ilişkileri geliştiren keşifle ilgilidir
ve isteklerine bağlı olarak farkındalık, ancak insanların doğaya karşı tutumlarını
karakterize eden üretken güçlerin gelişim derecesi, kullandıkları iş
araçlarında (Üretken Güçler ve Üretim İlişkileri). İnsanların doğayla ve
birbirleriyle objektif maddi ilişkilerinin tamamı sosyal varlığı oluşturur.
Sosyal varlığın doğaldan ayrılması tarihe materyalist bir yaklaşımın
başlangıcıdır, toplumsal varlığın bilincini ve toplumsal gelişmenin belirli iç
yasalarını belirleyen şeydir. Üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin birliği,
bir toplumun sosyal, siyasi ve manevi yaşam süreçlerini belirleyen maddi
yaşamın üretim modunu oluşturur. Marx, toplumun yapısını karakterize ederek
çeşitli bölümlerinin ekonomik temelde objektif bağımlılıklarından oluşan dikey
bir çizgi inşasına dikkat çeker ve bu işlevi üstlenen üretim ilişkileri
tarafından gerçekleştirildiğini savunur. Üretim ilişkilerinin temelinin üstünde
politik-hukuki üstyapı yükselir: Devlet ve hukuk, temel farklı bilinç
biçimlerine (Temel ve üstyapı) karşılık vererek kültürel-sosyal-siyasi ve
ekonomik ağlarını oluşturur.
Marx’taki
sosyal ağ gelişiminin kaynağı işlevsel üretim modunun çelişkilerinde yatıyor.
Üretken güçler geliştikçe mevcut üretim ilişkilerini aşarlar ve onların
engelleri haline de gelirler. Bu ise toplumsal devrime yol açan bir çatışma,
eski üretim ilişkilerinin yenileriyle değiştirilmesi, geliştirilmiş üretken
güçlere (Sosyal Çatışma, Devrim) karşılık olarak ortaya çıkar. Ancak (kapitalist
sistemdeki çatışma üst yapının-üretim ilişkilerinin değişimine pozitif yönlü
değişim) gösterebilmektedir. Bu büyük
üstyapıdaki değişimler takip edildiğinde ise genel yasa ortaya çıkmaktadır.
Toplumdaki sosyal bozukluklar nesnel koşullar kriz ortamları olgunlaştığında
ortaya çıkar. Gerçek içeriklerini belirlemek için bu koşulların ve genel yasaların
analizine dayanmalıdır. Ancak yine bu genel yasalar algılandıkları gibi
ideolojik yollara değildir. Yani devrim asla gerçekleşmemelidir; çünkü Marx’a
göre, üretim ilişkisindeki sınıf çatışmaları zenginliğin yeniden dağıtmak
(poker el dağıtımı gibi) üst yapılar içindir, yoksulluğu değil….
Dipnot: Antagonist,
kurguda, ana karakteri, engellemekle yükümlü kişidir. Karşı kişi ya da Muhalif
düşman olarak da bilinir. Asıl karakterin zıttıdır. “Antagonizm ile yaratmak,
üretmek” biçiminde Marx’ın da kullandığı bir terimdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder