20 Ekim 2015 Salı

ÖZ OLMAK, BİZ OLMAK MI....

Nietzsche iddia ettiği gibi erken doğmamış, geç doğmuştur. 15 Ekim Nietzsche'nin doğumunun 171.yılı kutlandı Almanya'da. 
Felsefeye ruh katan sorgularıyla bizi iğneleyen filozofa bu haftayı Nietzsche'ye ayırmasam olmazdı! Çünkü o bir yaşam filozofudur. Yaşam devam ediyor. Ve bu devinim hiç bitmeyecek. Hareket halindeki, kendi devinime önem verir. NİETZSCHE'NİN felsefesinin merkezini oluşturan şey, kişinin coşkun enerjisini sömüren her türlü öğretinin, toplumsal olarak ne kadar geçerli olursa olsun sorgulanarak ''hayatın evetlenmesi''dir.

Nietszche, felsefesi bir varoluş estetiği önerir; bu estetik çoğu zaman haksız bir şekilde, yetenekli ancak tutarlılığı olmayan şiirsel oyun olarak yorumlanır ama tutarlılığı olan ne yaşam olabilir ki... Yaşamın tutarlılığı yok.  Felsefesini sistematik şekilde değil, aforizmalar şeklinde kaleme alır. Buna rağmen tutum ve çizgisini daima korur. 


Kelimeler ve kavramları sık tekrar eder. Bunun nedeni irdelediği farklı alanlar ve kendisiyle çelişki oluşturmasına da dayandırılabilir. Dahası yaşam kendi devin gücümüzde değil, yani dışsal bağlantılar devin gücünü oluşturur. Çünkü yaşamın içinde varoluşsal amaca hizmet etmeyi zorunlu kılan ''sürü'' hareketine uyum sağlamadan; kendi içsel yaşamımızda kalmak kolay olmasa gerek... İşte tam bu noktada Nietzsche sorgular. Kulağımıza kaçmış su taneciklerinden rahatsız olmuşcasına farkına varmadan zıpladığı-mızı...

''Kolay yaşamak istiyor musun? Sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut! Kişiyi değil de sürüyü bir amaç haline getirmek, insanoğlunun en büyük hatasıdır. Sürü bir araçtır, başka bir şey değil.'' der
Evet. Eğer aşırı davranışlarımızı vasat davranışların alışkanlığına ve önemsiz olanları da korkuya dayandırır-sak, ''sürü'' içinde nadiren hata yaparız. Kabullenişler başlar.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                   
''Oysa şimdilerde  sürü tek bir kişiymiş gibi sunularak ona insandan daha yüksek değer vermek isteniyor. Kişiyi yaşamdan silen hata yetmiyormuş gibi, bir de bizi sürü haline sokan toplumsal mekanizmalarla sempatiyi en değerli kutsal bir şeymiş gibi değerlendirmemiz bekleniyor. İşte insanı aşağılayan ve kötürümleştiren köle ahlakı budur.''

Ahlak toplumları ayakta tutan en keskin söylev olmasına karşın, ahlakın karşıtlığı suç ve ceza olarak algılatılır. İşte burada toplum düzeninde iyiler ve kötüler devreye girer. Sürü olabilmek için iyi ya da kötü insanların ahlak-sallığı üzerine suç veya ödül kısmını seçeriz; seçtirilir-iz. Şayet ödül ve ceza ortadan kalkmış olsa, bizleri belli eylemlerden uzaklaştıran ya da yönlendiren ne olabilirdi?

Ceza ve ödül, suçlama ve övgü, kibirden kolayca etkilenerek işleniyor. Çünkü cezalandırılan biri cezayı hak etmez. İnsanları ''sürüyü'' belli  eylemlerden alıkoymak için cezalandırılır. Bu şekilde toplumları kontrol etmek kolaylaşır. Cezayı alan kişi kötü ve kendinin ne denli iyi olduğunu düşünerek iyiliğin övgüsünü sunar, kendi benliğine.

''Biz arzulanana değil arzulamanın kendisine aşığızdır''der. Ahlaka mı aşığız? Ahlaklı algılanmaya mı? Ahlaklı olmaya mı? Oysa, '' Bilge insan, insanları iyi davrandı diye ödüllendirmez.''der Nietzche. 


Dipnot: Nietzche, ''en büyük psikoloğunun Dostoyevski olduğunu söyler ve Stendhal'den de büyük'' der.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...