Psikocoğrafya,
coğrafi çevrenin, bilinçli olarak düzenlenmiş olsun ya da olmasın, bireylerin
duygu ve davranışları üzerindeki kesin yasalarının ve belirli etkilerinin
incelenmesidir. Guy Debord
Guy Debord’un sözünü ettiği Psikocoğrafya’yı 2021’de Anadolu’da yaşadığım 8 ay gibi kısa bir süre sonrasında keşfettim.
Bir zamanlar İstanbul’da her şeyi
yapmak için arabaya ihtiyaç duymama karşı kişisel bir protestoya yeni
başlamıştım kendime ve onun yerine her yere yürüyerek gitmeye başlamıştım. Bu protesto
konusunda o kadar ciddiydim ki, eve sadece 20 dakikalık yürüme mesafesindeki
bir markete bile araçla gidiliyordu kentte. Orada yaklaşık 8 ay yaşadıktan
sonra yeniden İstanbul’a döndüm. İstanbul gibi bir metropolde 20 küsür yıl
yaşam kesitinin ayrımını yaşıyordum geri dönüşümde ve bu arada birkaç önemli
yol gezisine çıkmış olmama rağmen artık günlük şehir hayatından uzakta kalmak
dinginlikti.
Otomobil
kullanımına karşı yapılan bu gösterinin çevreyi korumak gibi asil bir amacım
yoktu, aksine çevreme karşı hissettiğim derin bir altüst oluş duygusuyla
başlatılan bir protestoydu.
Dönüşte sanki İstanbul’un büyüklüğü ve ölçeği karşısında birdenbire şaşkına
dönmüştüm, kentin kaosunu ruhumdaki ilk kılcal kırılmayı sürdürmeye yetecek
kadar görmüştüm. Bir araçla günlük işlerin çeşitli mikro varış
noktalarını, aralarındaki görünürdeki yokluklarla ilişkilendiremediğimi fark
ettim. Örneğin alışveriş merkezi üzerinden kütüphaneden kafeye gitmek
benim için son derece kafa karıştırıcı bir deneyim haline geldi. İstanbul’un
bu ara bölgeleri yaşamının tüm tanıdık belirtileriyle doluydu, ancak kendi
araçlarıyla etrafımı saran, dünyadan ayrılan ve birbirlerinden kendi
araçlarıyla ayrılan ruhlar dışında, bir şekilde yaşayan bir ruhtan yoksun
görünüyordu. Boş yüzler ileriye dönük ve sinyal yeşile döndüğü anda bir sonraki
trafik ışığına doğru yalpalamaya hazırdı.
Uzak, bakımlı ve onu tasarladığını hayal ettiğim beyinler kadar yabancı fast
food restoranları, benzin istasyonları, camiler ve kiliselerle noktalanan her
noktası “kültür endüstrisinin” yansıması gibiydi…Benim için ise sinemada
izleyicinin başlamasını beklediği filmler gibi benim içinde yeni bir kenti
keşfetmek gibi geldi. Ve trafik ışıklarında boşta duran kendi
duraklatılmış hayatından, eski zamanların bozkır yerleşimcilerinin sonsuzluk
korkusunun, klimalı konforlu araçların 21. yüzyıl sınırlarına sızdığını
hissedebiliyordum.
Bu
geçiş alanlarının metre (KM) cinsinden gerçek mesafeye göre değil, onları
geçmek için geçen süreye göre (yerel olarak) ölçüldüğünü buldum, dolayısıyla
trafik ve hava koşullarına bağlı olarak bu seyahat süresi (zaman yolculuğu)
açıkça çok fazla değişebilir. Ayak işleri listemdeki her varış noktası, psişik
olarak şehrin aynı titrek rüya köşesinde bulunuyordu. Bu varış noktalarını net
bir şekilde zihnimde canlandırabiliyordum ama haritada nerede oldukları ve
toplu ulaşımla nasıl gidileceği konusunda kesinlikle hiçbir fikrim yoktu.
Yer
değiştirmeyle kastettiğim buydu ve kendimi yönlendirmenin tek yolunun arabayı
tamamen kaybetmek ve evrenimdeki her şeyi yaşadığım yere göre ölçeklendirmek
olduğuna karar verdim. Böylece bir sabah önceden planlanmış bir dizi
uzun yürüyüşe çıktım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder