10 Nisan 2023 Pazartesi

YAŞAM: ACIYA İHTİYAÇ DUYMAKTI


Çağdaş kapitalizmin uzmanı Felix Guattari kapital sisteme karşı kapitalizmin “psideolojik” arzu devriyelerini sorgulamıştır.

Guattari’ye göre hepimiz her gün kriz yaşıyoruz. Bu kriz sadece maddi değil, belirli bir yaşamın ve biçiminin zorlantı halinde yaşamsal biçimlerin arz ekonomisiyle sunulması biçiminde aşınan acının boşluğu olarak tanımlanabilir.


Kapitalizm, bireye yaşamsal biçim olarak hep bir eksiklik yaşatma üzerine kuruludur.

Doğumla birlikte toplumsal yaşamda her şeyde denge sağlamaya çalışmak zorundalığı ile, biçimlen(diril)iyoruz.


Toplumsal yaşamın akışına devam edebilmesi için yeni yaşamsal delikler açmak yerine, yeni düşünceler inşa etmek ve kapitalizmin biçimlendirmesi için çaba harcamak yerine, sistem tarafından biçimlendirilmiş olan acıdan kaçınmanın yol hatlarına doğru yol almayı tercih edebiliyoruz.


‘Acı’ kelimesi hayatta tatmaya ya da elde etmeye çalıştığımız hazzın karşıtı olarak kaçındığımız hoş olmayan özel duyguların veya duyularımızın genel adıdır.


Acıyı algılamak ve yaşamak farklı mutsuz duyguları ifade etmek için kullanılırken, hemen onun karşıtı olarak hazzın kalesi “kapitalizm” terimi algımızda sömürü ve eşitsizliğin sosyal ilişkilerini gizleyen olarak acıyla yani ötekiyle değiştirilir.


Kapitalizmi yaşamı yok eden farksızlık şiddeti olarak düşündüğümüzde acının ihtiyacını ve kalıcılığını olumlamak gerektiğini kabul edebiliriz.


Çünkü şiddet kalabalık tarafından üretilip tüketilmesi gerekmektedir.

Kapitalizm, endişe, üzüntü, hayal kırıklığı, nostalji, korku ile karıştırılır ve kapitalist denmesi gereken toplum, piyasa, sistem, gerçeklik, dünya olarak nitelendirmemize neden olabilmektedir.


Bilincimizde ağırlıklı olarak kapitalist toplumun devamlılığı için seçilen acıyı aşmak için bireyselci ve özgürleştirici potansiyelimizi kaybetmemiz arzulanır.


Çünkü kapitalizm ya da kapitalist toplumun görünürlüğünü örten figürler acı yaşamların hazza koşarken vicdan adaletsizliklerini gizleyerek var olan ama kullanılmayan vicdan örtüleri kapitalist ahlakın çıplak kalmasına da dayanamaz.


Acıya mı, arzuya mı sahip olmak istiyoruz?


Arzu, kapitalist toplumda bireye kendisini veya bireyi acıya karşı arzusunun koruyucu bir ideal, hayali bir yetenek, incelik barındıran bir düello, bireyin kendisine olan kayıp güvenliği geri kazanmak için arzuyu bir sistem aracılığıyla sunmaktadır.


Kapitalizmin arzu şiddetini imkansıza sahip olmasını arzulamasını ister. Arzunun karşısındaki acı ise güvenlik ister: Sonsuza kadar acının ahlaksal varlığı kapitalizmde ulaşmak istediğimiz hazzın, acı veren mesafeyi bastırmasını ahlaksal bir arzuyla kulağımıza söylediğinde, reddedilen sahipliğin öfkesinin böylece kendimiz olduğumuzu unuturuz.


Çünkü kapitalist haz, ulaşılamaz olanın kanıtıyla daha çok yanan içimizdeki arzunun şiddet örtüsü gibidir.


Kapitalizmin arzusu bizlere genellikle bir örümcek ağını salgılayan haz duygusunu algılatmak için aynı zamanda umutsuzca tek başınalığın hiçbir şeyle tamamlamayı beklemeden yaşattığı boşluk duygusunu vermesinde de olabilir.


Acı, bireyden güvenlik istediği kadar arzunun şiddeti kapitalizm için mutluluktur, ancak güvenlikli acı deneyiminden kurtulmuş, hazzın içinde yaşamsal bir varlığın donmuş sembol figürü gibidir elde edilmek istenen acının hazzı…kapitalizmde, sevgi, arkadaşlık, aile olma çılgınlığından kaçınarak antikapitalist suç ortaklıkları oluşturmak melankolik bireysellik gibidir.

Kapitalizmde arzu melankoli gibidir, bir çılgınlık, bir ele geçirmek, acıdan sıyrılışta varoluşun çılgınlığı gibidir.


Kapitalizmin akışkanlığına karşı bireyselci bir melankolik varoluş sistemde hastalığa, yaşlılığa yani kontrolü imkânsız olan kendi benliğimize karşı bir isyanın başlangıcıdır.

Ki, solmaya yüz tutmuş bir gücün kendi kendine dönüşünde yüzleşme felaketi ve kişisel düelloyu getirebilir.


Kapitalizmde sınırsız sahiplik örtülü acı, arzunun gizli tutkusudur.

Kapitalizm, sıkıntılı bedenlere, farkındalığı olmayan bilinçlere (bilmedikleri şey) bir şeyler alarak sakinleşmeyi öğretir: oyuncaklar, insanlar, para, eşyalar, yetenek, kamusal kimlik, prestij vs…korku, acı karşısında mutluluğun başka türlerini hayal ettirmeye zorlayan tek çaredir. Kapitalizm ele geçirilmiş hayatlar yaratır; ele geçirilmişler ise artık bu güçten etkilenmezler.


Çünkü onlar özgürlük sanrısının denekleri haline gelmiştir ve hiç sahip olamadığı bir şeyi sahiplendiğini düşünmektedirler.


Acı insan hayatının sonsuzluğu, sessizlik ve yalnızlıktır.


Yalnızlık boşluğunun icadı olmadan arzu olmaz.


Arzu sahip olmayı değil, oluştaki aramayı arar.


Yani arzu hep başlangıçtadır.


Acı ise ihtiyaç halinde sonsuzluğun kalıcılığındadır.


Acı uyumu ararken uyandırır; arzu uyumsuzluğu ararken uyuşturur.

SİYASETTEKİ SİNEMA BÜYÜSÜ

Sigmund Freud’a göre bilinçaltımızda uyuyan çöplüğümüzde itiraf etmediğimiz yani bilince çıkmayan hiçbir düşüncenin asla ölmeyeceği üzerinedir.

Bu olgu, hem psikolojik hem iletişim anlamında da böyledir.

Bilince çıkarmadığımız her şey orada öylece bekler-nefes alarak durur.

Karar anlarımızda zayıf olduğumuz veya tam tersine güçlü olduğumuz anları bekler, biz farkında olmayız.

Bilinçaltımız içinde yaşadığımız çevrenin ekonomik ve siyasal belirsizlik durumlarında algımızı yapılandıranlar tarafından otomatımıza basılmış tuş gibi sözcükler veya görsellerle devreye alınır.

Algımızı biçimlendiren siyasal manipülasyonlara dijital çağın getirisi olarak hemen hemen her yerde maruz kalmaktayız.

Yüksek enflasyonun yol açtığı ekonomik krizin yaşandığı ortamda siyasetten-piyasalara kadar güncel söylemi kanaat önderleri kulaklarımıza sürekli aktarmakta…siyasi yapılanmalar, ana muhalefet partisinden iktidara kadar seçmenle kurdukları söylem ideolojisi aynı gemide olduklarını sık sık tekrar etmek üzerine.

Altılı Masa’nın koalisyonuna baktığımızda ekonomik krize karşı seçmene hiçbir vaat de bulunmaya çekimserlik içinde.

Türkiye’nin sorunu enflasyon, ekonomik kriz, işsizlik ama Altılı Masa’nın ekseninde gezindiği ülke sorunu Sayın Cumhurbaşkanı oluyor.

Muhalefetin tek derdi var: Cumhurbaşkanını bulunduğu konumdan indirmek.

Altılı Masa ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’nın seçime odaklı hedef söylemlerini sinema üzerinden bir benzetme yapmak gerekir.

Çünkü bilinçaltımız hayatımızın her alanında kendine yarattığı öznel kahraman idoller ya da figür liderler sinema aracılığıyla da algı oluşturma etken olduğunu düşünebiliriz.

Umberto Eco, medyanın algı oluşturmada etkilerini dile getirdiği “Yengeç Adımlarıyla” eserinde ana kahraman olarak algılanmak için siyasetçinin ve medyanın düşman/lar yaratması gerektiğini dile getirmiştir.

Eco’nun düşüncesinden yola çıkarak psikolojik açıdan kendimize baktığımızda tekil olarak ebeveyn otoritesi gölgesinde yetiştirilen bir toplum olduğumuzu da göz ardı etmemek gerekir.

Üzerimizde ya annemiz ya babamız etkilidir genelde…medyada izlediğimiz gündeme dair haberlerden ziyade bilinçaltımızı tatlı tatlı kahramanlıkları rüya gibi algılatan sinemada öyledir.

Örneğin, Hollywood sinemasının etkili biçimde kullandığı kurgusal bir gerçeklik algısı vardır bilinçaltımızda oluşturulan.

Hollywood filmlerinde bir ana kahraman vardır ve bu bir kişi iken anti-kahramanların (kötü) sayısı o kadar çok olur.

Ana kahramanımız, anti kötü kahramanlara karşı sürekli mücadele vererek kâh insanlığın geleceğini kâh bir kent ya da bir aileyi kurtarma görevi üstlenen kişidir.

Ana kahraman tek başına yalnız bırakılır ve tek başına, bütün kötülükleri yapan anti-kahramanlarla filmin sonuna hep mücadele eder.

Hatta öyle mücadele eder ki; ailesinden, sevdiklerinden ve hatta kendi hayatından vazgeçecek kadar cesaret gösterir ana kahraman.

Seçmenin algısı tek ana kahramana mı yoksa Altılı Masa’ya mı daha yakın olarak kendini algılayabilir!

Freud ve Kant İlişkisi

Sigmund Freud, İmmanuel Kant'ı derinlemesine incelemişti ve Kantçı aşkın idealizm teorisini, psikanalitik deneyimin temellerini değerlen...